|
|||||||||||||
|
|
KILAVUZU ULEMA OLANIN...Vural Savaş Türban yasağında Türkiye'yi haklı bulan AİHM'yi verdiği karar nedeniyle eleştiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı ulemenındır" dedi. Recep Tayyip Erdoğan, 3. Uluslararası "Saidi Nursi seminerinde yaptığı konuşmada da, "Said-i Nursi keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir... Öyle bir dünyaya gözlerini açtı ki, sosyal önderlik ulemanın elinden çıkıp, Batıcı seçkinlerin eline geçmiş durumdaydı" demişti. Aynı seminerde konuşan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in söyledikleri daha da ilginç: "Eğer Cumhuriyet'in başında Bediüzzaman resmi makamlarca dinlenseydi, bugün ülkenin durumu hiç şüphe yok ki böyle olmazdı." Ülkemizin yönetimini, antidemokratik bir seçim kanunun sağladığı olanaklarla ele geçirmiş kişilerin kafa yapısının ve dünya görüşlerinin daha da açıklığa kavuşmasına yardımcı olacağından, "ulema" kavramı ve Saidi Nursi hakkında bazı bilgiler vermekten kendimi alamadım. Ord. Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları arasında çıkan ve bir ara ders kitabı olarak da okutulan "Hukuk Tarihinde İslam Hukuku" adlı eserinde şöyle diyor: "Hukuk bir inanç işi değil, dünya ve hayat kurumu, onun düzenleyicisidir. Fakat onu şarkta (İslam dünyasında) din kisvesi (giysisi) altında tutmak isteyenler vardır. Bu düşünce, ulusun ve memleketin kalkınmamasına, uzun ve derin ıstıraplarına neden olmuştur. Eski dönemlerden, bugünkü anlamda, laiklik beklenemezse de bugün aramızda Mecelle veya Suudi Arabistan'daki egemenliğe özlem duyan ulemacıklara rastlanabilmektedir. Bin bu kadar yıl önce mer'i (yürürlükte) olduğu toprakların halkına, onların yaşayış seviyelerine, gereksinimlerine pek uygun olabilen bir nizamı (düzenlemeyi), yaşam koşulları, politik ilişkileri tümden başka olan bir toplumda özlemek, yalnız bugünü değil dünü de anlamak yeteneğinden yoksun bırakmak demek olur." "... İslam uleması (hukuk bilginleri), sadece sonraki dönemlerin ahlak bozukluğundan sık sık bahsetmişler, fakat yaşamın mukadder (kaçınılmaz) olan değişmelerinden haberdar olmak istememişlerdir... Yine bu din bilginleri (ulema) dünyaya gözlerini kapayıp, sözcük ve terimlerle uğraşmışlar ve skolastik, çürük bir mantık içinde bocalamışlar, sonuç olarak, yaratıcı akla seslenen İslamı, cehlin (bilgisizliğin) istilası (saldırısı) altında anlayamaz olmuşlar, onun dinamik hukukuna, nakillere ve muayenesi, teemmülü (ayrıntılı incelenmesi) sadece sözlü anlatımlara döndürmek suretiyle (dogmalara dönüştürüp) cansız hale sokmuşlar, tüm ilmi, (siyasal) iktidarı, hukukun amacı olan olayların gereklerini nizamlamakta (düzenlemekte) değil de aksine onların çok eski dönemlerin gereksinimlerine göre dökülmüş kalıplara, kurallara uydurmakta görmüşler, yarara itibar etmemişlerdir. Hukuka verilen dinsel karakterin çok acıklı sonucu olarak, birçok çıkmazlarda birtakım çarelere başvurmak zorunluluğu doğmuş; bu da bazen yalancılığa, riyaya, gerçekten hile denecek aşağılıklığa götürmüş ve böylece din kutsal ve yüce mevkiinden, hukuk da manevi etkinlik ve otoritesinden kaybetmiş, her ikisine karşı bir laubaliliğe yol verilmiştir." Ord. Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay'ın, "Ulema" konusunda söylediklerinin ne kadar haklı olduğu belgelerle kanıtlanmıştır. Önce, 1520-1528 tarihleri arasında medreselerde müderrislik (profosörlük), daha sonra Rumeli Kazaskerliği, 1545'ten 1574'e kadar, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim zamanında Şeyhülislamlık yaptığı, Arapça Kur'an tefsiri ve halk için Duaname yazdığı için, gelmiş geçmiş tüm ulemenın piri sayılan Ebussuud Efendi'nin söyleşi fetvalarına göz atalım: "Soru: Bir kişi açıktan açığa ramazan günü yemek yese, sorgulamasında 'Ramazan hadistir, düzme koşmadır' derse ve bu sözünde dirense ne yapmak gerekir? Cevap: Elbette öldürülmesi gerekir. Soru: Seyyidler 'İbadetle ilgili kararlar bizi bağlamaz' (...) derlerse bunlara ne yapılmalıdır? Cevap: Bu inanç üzerine direnirler, şeriat yoluna gelmezlerse dinsizlikleri anlaşılmış olur, bu nedenle öldürülmeleri gerekir. Soru: Bazı sufiler 'Bize şeyhimiz böyle buyurdu' diyerek sürekli zikretseler onlara ne yapmak gerekir? Cevap: Şeyhleri olan dinsizin buyruğunu Tanrı Peygamberi'nin buyruğuna yeğledikleri için tümünün öldürülmesi gerek. Soru: Kızılbaş topluluğun dine göre topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler şehit olur mu? Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmesi elbette dinimize göre helaldir. Bu en kutsal savaştır. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur." (M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları..., s. 83 ve sonrası) 1831 senesinde İstanbul'da bir veba salgınında, gemilere karantina uygulanması teklifi ret olunuyor. Yine aynı yıllarda baş gösteren bir kolera salgınında, ordumuzda danışman olarak bulunan Alman subayı Moltke'nin, bir önleyici tedbir olarak önerdiği "suyun kaynatılarak içilmesi"; 1850'li yıllarda, evlenecek çiftlerin frengi muayenesinden geçirilmesi teklifleri, hep, "Allahtan gelecek şeylerin önüne geçilmez" "kaderciliği"nden doğan ulema karşı koymaları ve şeyhülislam fetvaları ile uygulamaya konulamıyor. III. Murat zamanında, Mısırlı bir Türk olan matematik ve astronom bilgini Takiyyeddin, İstanbul Tophane'de, dönemin en üstün tekniği ile bir rasathane kuruyor. Fakat bu rasathane ancak beş yıl ayakta kalabiliyor. Ulema baskılarına dayanamayan padişahın emri ile ve Şeyhülislam Kadızade'nin fetvası ile rasathane yıkılıyor. Yıkılma sebebine gelince, İstanbul'da o sırada bir veba salgını olmuş ve aynı zamanda gökte bir kuyruklu yıldız belirmiş. Bu emareleri bir uğursuzluk işareti sayan şeyhülislam ve ulema, "Allah kendi alemi olan göklerin esrarının öğrenilme girişimine kızarak ihtarda bulunmuştur" diyerek, yıkım gerçekleştiriliyor (Necip Mirkelamoğlu, Atatürkçü Düşünce ve Uygulamada Din ve Laiklik, s. 146). Sultan Abdülmecit'in Darülfünun'da (Üniversitede) anatomi dersinin de okutulmasını öngören 1841 tarihli buyrultusu, dinci çevrelerde büyük tepkiyle karşılanmış, meşihattan alınan "Bina-yı beşere bedel mevt (ölmüş kişinin vücuduna) neşter vurulması küfürdür" fetvasıyla kıyama (ayaklanmaya) kalkışmışlardır. Bununla da yetinmemiş, o tarihten yüzlerce yıl önce El-Kanun adlı yapıtında "İnsan bedenini bilmeden hekimlik yapılamaz" diye yazdığı için İbni Sina'nın yapıtlarının Osmanlı topraklarında okunması yasaklanmış, kendisi de "Kafir" ilan edilmişti (Niyazi Ünsal, Cumhuriyeti Çürütenler, s.150). Kasım 2005
© 2000-2008 |
|