|
|||||||||||||
|
|
Bilim Adamları, Bilirkişilik ve Avrupa Birliği TuzağıMetin Aydoğan'ın, 24 Kasım 2000 tarihli, Müdafaa-i Hukuk gazetesinde yayımlanan "Avrupa Birliğini Kim İstiyor" başlıklı makalesinden: Yaşanılan gerçekler bize çok farklı şeyler anlatıyor. Görülen yalın gerçek şudur; yüzyıllık geçmişi olan eski sorunlar küllerinden arındırılıyor ve Anadolu'daki Türk varlığına yönelen kızgın bir ateş gibi ortaya sürülerek Kurtuluş Savaşı'nın intikamı alınmak isteniyor. Curzon'un ekonomik öngörüleri gerçekleşiyor. Üstelik bugün belki de daha ağır. Türkiye, AB ülkeleriyle yaptığı ticarette yılda 12 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. Bunun 8 milyar doları kâr transferi olarak Avrupa'ya gidiyor ve AB Yunanistan'a yılda 5 milyar dolar yardım yapıyor. Biz, bu ticaret açığıyla dolaylı da olsa Yunanistan'ın silahlanmasını finanse ediyoruz. Bunları görmek için acaba çok mu akıllı olmak gerekiyor? Gerçekler ürkütücü boyutlarıyla ortada dururken herkes neden hâlâ AB peşinde koşuyor? Medya neden hâlâ bu denli kararlı? Politikacılar neden hâlâ bu denli istekli? Utangaç açıklamalarla "durumu şimdilik idare etmeye çalışan" ama aynı yolda yürümeye devam edenlerin amaç ve hesabı nedir? Bunları kim ya da kimler yönlendiriyor? Türkiye'yi, "Avrupa'nın istediği biçime sokma" eylemini kimler istiyor? Bu işin gerçek sahiplen kimler?.. Bu soruların yanıtlarını; itici gücünü uluslararası dev şirketlerin oluşturduğu ve Bilderberg'den IMF'ye, Business Round'dan G 8'lere, Trilateral'dan Dünya Bankası'na dek uzanan geniş bir küresel örgüt ağının stratejik kararlarında bulmak mümkündür. Uluslararası şirketler, Yeni Dünya Düzeni'nin bir gereği olarak 1950'lerden sonra yoğun olarak dünyaya açıldılar. Açılmayı, gittikleri ülkelerde yerli ortak bularak gerçekleştirdiler. Yerli ortak kullahmak onlara, hem ulusal pazarların korumacı engellerini aşma olanağı verdi, hem de uluslararası ilişkilerin temsilciliğini o ülkede üstlenecek işbirlikçi oligarşik bir zümre kazandırdı. Güdümlü ve dışarıya bağlı bir sermaye piyasası oluşturularak güçlendirilen işbirlikçiler, doğal ve kaçınılmaz olarak, bağlı oldukları yabancıların istemleri yönünde hareket ettiler ve onların kendilerine ilettikleri ekonomik programları uyguladılar ve uygulattılar. Devlet kaynaklı teşviklerle yüksek oranlı kârları yabancılarla paylaşarak hızla kendi ülkelerine yabancılaştılar. Edindikleri mali olanaklar ve bağlı oldukları küresel güç odakları onları, ekonomi ve siyaset başta olmak üzere toplumsal yaşamın hemen tüm alanlarına egemen elitler haline getirdi. Türkiye'de büyük holding şirketlerinin % 78'i yabancı ortaklıdır. Yabancılar bu şirketlerin % 28'inde % 75, % 64'ünde ise % 50 paya sahiptir. Hisse payları ne olursa olsun, strateji belirleme, patent ve know-how hakları, ihracat kararları, üretim ve kâr hedefleri, teknoloji belirleme yetkileri yabancı ortakların elindedir. Yerli ortaklar, yatırım için arazi bulma, inşaat yaptırma, işçi alımı, bürokratik işlemleri yürütme gibi ikinci sınıf işleri üstlenirler. Bunlar dışında kaçınamayacakları en önemli görevleri, dünyaya egemen kılınmaya çalışılan küresel işleyişin ülkedeki temsilciliğini yapmaktır. Ellerinin altında büyük mali kaynaklar, politik nüfuz, dev boyutlu iletişim gücü ve çoğu dış bağlantılı bir "sivil toplum" örgüt ağı vardır. Siyasal partiler değişik yöntemlerle denetim altına alınmıştır ve politikacıların bu güce karşı durmaları söz konusu bile olamaz. İktidara gelmeleri ve orada kalmaları, büyük holding şirketlerine verdikleri hizmetle doğru orantılıdır. Uluslararası şirketlerin yerli ortak bulma dönemi artık sona ermektedir. Dünyanın her yerinde ulusal pazarlara girilmiş ve bu pazarlar küresel işleyişin küçük parçaları haline getirilmiştir. Yerli ortaklar güçlenmiş ve sarsılmaz görünen bir egemenlik kurmuştur. Artık doğrudan yatırım ve denetimsiz ticaret dönemi geçerlidir. 50 yıllık uğraşın meyveleri artık toplanacaktır. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ülkenin bu işleyişe karşı durmasına asla izin verilmeyecektir. Ulus devlet varlığına temel oluşturan tüm kurum ve gelenekler ortadan kaldırılacak, metropoller dışındaki tüm ülkeler açık pazar haline getirilecektir. Genişletilmiş ortak pazarlar, bu işleyişin stratejik temelleridir. Ne pahasına ve ne koşulda olursa olsun AB'ye girilsin propaganda ve eyleminin merkez üssünün neresi olduğu açıktır. "Üst düzey" politikacılar, köşe yazarları, gazete-TV müdürleri ve medyatik kılınan "bilim adamları"nın önemli bir bölümü bu üssün gücünü bilirler; söz ve davranışlarını buna göre ayarlarlar; kariyerleri yapılan ayarın hizmete dönüşmesi oranında yükselir. Gerçek kararlar dışarda alınır ve yerli işbirlikçiler bu kararları uygularlar. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Kâmran İnan, "Türkiye aleyhine düğmeye basılmış gibi bir hareket başladığını" söylemiş. Bu çok doğru bir saptamadır. Düğmeye basan el çok güçlü bir eldir. Biz bu eli, 1919'da kırdık, yine kırarız. Ancak karşımızdaki gücün gerçek boyutlarını da bilmek zorundayız. Oynanan oyunu bozmak için bilinçli olmak, birliğimizi sağlamak ve örgütlenmek zorundayız. Hata yapma özgürlüğümüz artık yok.
© 2000-2008 |
|