|
|||||||||||||
|
|
Bir Yöntem: Soru SormakMemet BAYDUR18.7.1999, Cumhuriyet, Sayfa 15, Kuşbakışı köşesi Nobel Fizik Ödülü'nü almadan yıllarca önce, henüz genç bir araştırma asistanıyken Richard Feynman Princeton Üniversitesi'nde bir problem üstünde çalışmaya başlar. Çiçeği burnunda bir bilim adamı adayı olarak. Feynman'ı yirminci yüzyılın en değerli akıllarının içinde saymak yanlış değildir. İşte o gençlik yıllarında elektronlar üstüne bir araştırmaya girişiyor. Araştırmanın ne üzerine olduğundan biraz sonra söz edeceğim, ama genç asistanın başına gelenler de çok ilginç doğrusu. Feynman'ın sorumlu olduğu profesör, araştırma üzerine Princeton'da bir seminer vermesini istiyor. Feynman kabul ediyor ve çalışmaya başlıyor. Teknik bir konuda hayatında ilk kez bir seminer vermeye hazırlanıyor. Konuşmayı yapmadan bir iki gün önce Feynman patronu profesörle üniversite koridorlarında karşılaşıyor. "Feynman merhaba, nasılsın? Bu çalıştığın konu gerçekten çok ilginç! Bir iki kişiyi davet ettim seni dinlemeleri için. Russell geliyor. Henry Norris Russell, zamanın en ünlü gökbilimcisi. Ayrıca von Neumann da gelecek, büyük matematik bilgini. Profesör Pauli de İsviçre'den geldi bu sıralar, onu da çağırdık. Çok ilgilendi." Feynman kızarıyor, bozarıyor, sararıyor. Dünyanın en değerli/önemli bilim adamları bunlar. Ama profesör devam ediyor: "Biliyorsun Profesör Einstein bu haftalık seminerlere pek uğramaz ama bu ilginç seminere gelmeyi o da kabul etti!" Genç araştırma asistanı Richard Feynman'ın halini düşünün. Russell, Neumann, Pauli ve Albert Einstein'a ders anlatacak... Sakın endişelenme demişler Feynman'a. Profesör Russell sen konuşurken uyursa bozulma sakın, Russell bütün seminerlerde uyuyakalır. Öte yandan sen konuşurken Profesör Pauli hiç durmadan onaylarmış gibi kafasını sallarsa ona da aldırma sakın. Rahatsızlığının sonucu böyle bir davranış bozukluğu var. Anlattıklarınla ilgili değil. Tikleri böyle. Seminer günü çatmış. Feynman, başlama saatinden iki saat önce salondaki karatahtanın üstüne formüller yazıyor tek başına. "Merhaba, ben de geliyorum sizi dinlemeye bugün ama bir fincan çay içmek istiyorum önce. Nerede çay veriyorlar biliyor musunuz?" Bunu soran insan Albert Einstein. Feynman profesöre kafeteryanın yolunu tarif ediyor. Başlangıç anı geldiği zaman dolu bir salonda, sahnede, karatahtanın önünde yapayalnız bir bilim adamı, ellerinin titrediğini söylüyor. Einstein, Pauli, Neumann ve Russell ön sıralarda bekliyorlar. Bir mucize oldu diyor Feynman, hayatım boyunca defalarca yinelenen bir mucize. Fizik hakkında düşünüp konuşmaya başladığım anda ve izah etmeye çalıştığım olgu üzerine yoğunlaşır yoğunlaşmaz, geriye kalan her şey zihnimden çıkıp gidiyor. Heyecana, sinirlenmeye, konunun dışında kalan her şeye tam bir bağışıklık kazanıyorum. Böyle olabildiğim için kendimi hep şanslı görmüşümdür. Salonda kimlerin olduğu artık önemli değildir Bir fikri izah ediyordum yalnızca. Seminerin sonunda dinleyenlerin soru sorma vakti gelmiş ama. Fizikçilerin en babalarından Pauli kalkmış ve bu teori şu, şu ve şu nedenlerden ötürü doğru olamaz demiş. Sonra Einstein'a dönüp, "Öyle değil mi Sayın Profesör" diye sormuş. Einstein, "Yok canım" diyor. Ona göre tek sorun Feynman'ın anlattıklarıyla, yerçekimsel etkileşim arasında bir iletişim kurulmasının çok zor olacağı. Genel Görecelik Teorisi ile bağlantısı yoksa olmuyor Albert Einstein'a göre. Feynman, Einstein'ın hep hoşgörülü, nazik ve başka fikirlere açık olduğunu ekliyor. İşin en güzel, en can alıcı noktası bambaşka. Yıllar sonra Feynman kuantum fiziğinin en önde gelen isimlerinden biriyken şu "küçük" gerçeği anlıyor. "Pauli haklıydı, yıllarca sonra anlayacağım gibi, benim o gün anlattıklarım kuantum teorisi için yeterli değildi. Bu büyük insan, teorideki boşluğu daha ben konuşurken görüp anlamış ve bana yanlışlığı soru halinde açıklamayı yeğlemişti. " Soru sorarak, yalnızca soru sorarak izah etmek. Sokrates'ten Pauli'ye kadar akıllı insanların kullandığı bir yöntem. *** Bir olgunun gerçekle tümüyle örtüşüp örtüşmediğini, yalnızca soru sorarak kanıtlayabilirsiniz. Cumhuriyetin son elli yılına dikkatli bakarsak ve 1938 yılından günümüze kadar ülkeyi yönetmiş ve yönetmekte olan kadroları göz önüne alırsak, içinde bulunduğumuz durumdan ötürü sosyalistleri ya da solcuları suçlamanın anlamı var mıdır? Bu da bir soru işte.
© 2000-2008 |
|