Prof. Dr. Aydın Köksal'la Türkçe'de Terim Sorunu Üzerine Bir Söyleşi

Bilgi işlem terimine ayrıca Türkçe yapısı bakımından da çok karşı çıkıldı. Türkçe'yi bozduğumu ve yozlaştırdığımı öne sürdü birçokları. Türkçede, bilginin işlenmesi demek zorundasınız." dediler. Bunun gibi yazılım sözcüğü 1966'da türetilen bir sözcüktür.


'Bilgisayar' sözcüğünün ad babası olarak anılıyorsunuz. 'Bilgisayar' sözcüğünden başka bilişim alanıyla ilgili yaşayan hangi terimleri türettiniz?

Bilgisayar sözcüğü bilişim alanında türettiğim ilk sözcük değil. Bunu 1969 yılında Hacettepe Bilimkenti'nde (Üniversitesi'nde) kurduğumuz, zamanın en büyük makinesi olan bir sistemi ihaleye çıktığımızda resmi yazışmalarda kullandık. Oysa ben 1966'dan başlayarak, bilgisayar sözcüğünden 3 -4 yıl kadar daha önce bilgisayar alanında çalışmaktaydım. İlk günden başlayarak Türkçe terimlerin kullanılmasına özen gösterdim. İlk örnekler arasında bilgi işlem (data processing, information processing: Traitement de l'information: Datenverarbeitung) terimi vardır. Daha önce malumat prosesingi denirdi. Malumat prosesingi çok aykırı bir terim. 'Bilgi' dediğimde bu 'enformasyon'dur, 'bilgi' olamaz dendi. Bugün bile TÜBİTAK gibi resmi bir organımız "Enformasyon Teknolojileri" diye söz ediyor, öyle bir bölümü var. Bilgi sözcüğünün karşılamadığı öne sürüldü. Oysa karşılıyor. Bilgi işlem terimine ayrıca Türkçe yapısı bakımından da çok karşı çıkıldı. "Çünkü 'ev çatı', 'kapı tokmak' denmiyor; 'evin çatısı', 'kapının tokmağı' deniyor. Türkçede, bilginin işlenmesi demek zorundasınız." dediler. Türkçe'yi bozduğumu ve yozlaştırdığımı öne sürdü birçokları. Bilgi işlemek diye bir eylem adı olabilir Türkçede. Buna da ad yapım eki eklersek 'bilgi işlemek'ten bilgi işlem biçiminde doğrudan ad biçiminde düşünmek olanaklı. Bilgi işlem sözcüğü o kadar güzel oturdu ki dili bozmamanın ötesinde büyük bir anlatım rahatlığı taşıyor. Bunun gibi yazılım sözcüğü 1966'da türetilen bir sözcüktür. 1966 çok erken bir yıl çünkü yazılım sözcüğünün anlamının daha o yıllarda oluşmaya başladığını görüyoruz. Dünyada ilk kez "software" sözcüğünün İngilizce olarak kullanılmaya başlaması ABD'dede terim olmaktan çok, bir jargon gibi, bir argo gibi kullanılmıştır. 1960'larda donanım anlamına gelen "hardware" sözcüğüne ('hırdavat' anlamına gelir) alaylı bir karşıtlık olsun diye oluşturulmuştur software sözcüğü. Birisinde lehimlenerek devreler yapılıyordu öbüründeyse paneller üzerinde fişler bağlanarak -delikli kartlar takılarak- izlenceler (programlar) oluşturuluyordu. Lehim yapmak yerine, söküp çıkarma olanağı verdiği için hardware sözcüğüne bir alay içeren biçimde software diye bir terim ürettiler. 1966'da delikli kartlar üzerine izlenceler (programlar) yazmak 1966'larda yavaş yavaş oluşuyordu. Biz bu kadar erken koyduk adını. Bundan mutluyum, neden mutluyum, çünkü yazılım sözcüğü yeryüzündeki, bütün ulusların dilleri arasında Türkçe'yi 21. yüzyılın çok önemli endüstrisinin adını koyan ilk dil durumuna getiriyor. Yazılım sözcüğünün türetilmesinden, Türkiye'de kullanılmaya başlamasından sekiz yıl sonra 1974'te ilk kez Fransızlar "le logiciel" sözcüğünü türettiler. Bu, bu anlamda kullanılan Türkçe'den sonraki ilk terimdir. Onu İtalyanlar (sistemi logici), İspanyollar (el logical) izledi. Demek ki Türkçe'deki yazılım sözcüğü, dünyada bu anlamda kullanılan ilk kavram adıdır.

File yerine 'kütük', hardware yerine 'donanım', sistem operatörü yerine 'işletmen' , printer yerine 'yazıcı', bütün nesnelerin adları, giriş çıkış birimi, memory yerine kesinlikle 'hafıza' değil 'bellek' gibi ne kadar terim varsa tümü Türkçe olarak karşılandı. Örneğin, 'işletmen' dediğimizde adam mı işletecek diye alay konusu olduk; 'yazıcı' dediğimizde "Efendim yazıcı diye erlere denir." diye yerildi. Sanıyorum 2000'in üzerinde ve 2500'e yakın bilişimle ilgili terim türettim. Bunu saymak zor onun için böyle yuvarlak söylüyorum. 1981'de TDK'ce yayımlanan "Bilişim Terimleri Sözlüğü"nde sanırım yaklaşık 1000 dolayında terim vardır. Ancak sonradan bu terimler çoğaldı. Örneğin, bu sözlükte görünmeyen "binary digit" teriminden kısaltma olan bit terimi yerine biz ikil dedik. Bu, 1977'de türettiğim bir terimdir. Örneğin, karakter sözcüğü Yunanca 'yara izi' demektir. Onun için bir adamın karakterinden söz edilir, iyi mi kötü mü bir adam olduğu alnına damga gibi vurulmuş gibi düşünülür. Türklerde de 1000 yıldan beri kullanılan bir terim vardır : Damga. Damga dağlanır hayvanlara, hangi ailenin malı olduğu belli olsun diye. O işte karakterdir. Onun için bilgisayardaki "a", "b", "c", "+", "-", ".", ","gibi yazı imlerini birbirinden ayırt eden resimlere damga dedik. Bu da 1977 'de terim olarak kullandığım onbinlerce yıllık bir sözcüktür. İkil, iki sözünden geliyor ve yeni bir sözcük ancak damga sözcüğü vardı. Örneğin donanım sözcüğü zaten vardı dilde, bunu kimse yadırgamaz. Ben türettim derken bunları da kastediyorum. Benzer bir örnek de kütük sözcüğü, kesinlikle ben türetmedim ancak benim seçimimdir. Çünkü Osmalıcada nüfus kütüğü, evrak kütüğü gibi yüzyıllardan gelen sözcükler vardır. İsterseniz kütük sözcüğünü kullanmayın yerine "file" deyin ancak sizi kimse anlamaz. Dosya derseniz de Fransızca 'sırtlık', 'gömlek' anlamına gelen sözcüğü yeğliyorsunuz demektir. Böyle yapmak Türkçeleştirme demek değildir, diyerek doğrudan Türkçesini yeğlemek gibi bir yol tuttum kütük derken. Yani sözcükleri Türkçede hiç bir zaman olamayan nesneler gibi yoktan var etmedim ancak aralarında bilgisayar gibi, bilişim gibi yepyeni sözcükler de vardır. Örneğin, bilişim sözcüğü de 1970'de türetildi. Bunu bilmek eyleminden "Herkesin gereksinim duyduğu bilgiye erişebileceği, alıp bilgileri karşılıklı alışverişi destekleyen mühendisçe dizgeler, düzenlemeler" anlamına gelen bir yaklaşımla, bilişmek sözcüğü varmış gibi tıpkı koşuşmak, birlikte koşuşmak, karşılıklı koşmak gibi düşünüp Türkçe'ye bir ara kavram türeterek {-İm} ekiyle ad yaptık. Böylece bilişim diye bugünkü mesleğimizin adını koyduk. Sanırım 1970 yılıydı. Türkiye Bilişim Derneği'ni de 1971'de 22 Nisan günü kurduk.

Türkiye Bilişim Derneği bugün 3.500 üye sayısına ulaşmıştır. Böyle bir dernek olmasaydı belki terimler de tutmazdı çünkü dernek kurmakla kalmayıp derneğimize bir de üç ayda bir, daha sık ya da altı ayda bir çıkabilen bir Bilişim Dergisi ekledik hemen. Tümü birden yapıldığı için bu terimler tuttu. Uzun sürede, yolundan sapmayan, caymayan, doğru olduğuna inandığınız bir yolda direnme gösterince; bu da sabır ve çalışkanlıkla beslenince başarı kazanıldı. Burada kişisel bir olaydan söz etmiyorum; bütün toplumumuzun, böyle düşünenlerin bir araya gelip sırt sırta vermesiyle başarı kazandığımızı düşünüyorum.

Diyelim ki 'bilgisayar' terimini ya da örneğin 'yazılım' terimini 1971'de değil de şu anda türetmiş olsaydınız, kullanımı sizce bu kadar yaygın olabilir miydi?

Evet. Ancak nasıl? Bugün 56 yaşındayım. 'Yazılım'ı türettiğimde 26, 'bilgisayar'ı türettiğimde 29 yaşındaydım. Ben 56 yaşında Aydın Köksal o zamanki kadar çalışkan olabilsem, o zamanki kadar geceleri sık sık uyumamayı göze alabilsem, aynı devingenliği başarmak tutkusunu içimde, yüreğimde duyumsayabilsem -duyumsarım orası kolay- buna sağlığım elverse tabii ki evet. Burada yapılan iş belli bir rastlantı olarak üstüne düştüğümüz çağa dönük bir başarı değil. Ne zaman olursa olsun 2010 yılında ya da 2040 yılında, kimler benzer çabayı gösterirse, hangi meslekte olursa olsun, hukukta, tıpta ya da inşaat mühendisliğinde eminim ki aynı başarı ve daha güzel başarılar yine elde edilecek. Böyle kesin konuşmamın altında yatan bir yaşam deneyimi var. Bir varsayım yapmıyorum.

Sizlere açabilirim bunu : Bu işe ilişkin ilk sözcükleri ortaya attığım zaman bir sakınca da bana şöyle dile getirildi: "Türkçe'de bu iş olmaz." Ben diyordum ki İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Norveçliler, Macarlar yapmış ve oluyor onların dilinde, Türkçede nasıl olmaz? "Türkçe kaldırmaz, o dillerde olur ancak Türkçe'de olmaz." diyorlardı. Ben çok şaşırdım. Gerçekten öyle mi diye okur yazar birisi olarak betikler (kitaplar) karıştırdım, araştırdım. Öğrendim ki bir sabah bir felsefe profesörü Almanya'nın bir üniversitesinde diyor ki "Bundan böyle bilinç sözcüğü yerine kullandığımız konşiyasal yerine Almanca olarak beutsval diyeceğim ve Almanca konuşacağım." İşte felsefe dersine böyle başlıyor bir gün. Tabii yeni bizim eleştirmenlere bakarsanız "uyduruk" derler. Türettiğinde de her şey uyduruk (!) tabii.

16. yüzyılda sanırım Şekspir'in birbirinden değişik kullandığı sözcük sayısı yaklaşık 29.000'dir. İngilizcede gelmiş geçmiş bütün yazarlar içinde 29.000 değişik sözcüğü 2. Dünya Savaşı'ndan sonra anılarını yazdığında bir de Çörçil kullanmıştır. Çörçil'in kullandığı 29.000 sözcüğün çok büyük bölümü uydurmadır. Uydurmadır derken o dönemde ne yazılı ne sözlü dilde hiç kimsenin ağzından ya da kaleminden yazılıp söylenmemiş, önerilmemiş demek istiyorum. "Türkçe'de tutmuyor." dediler. Verdiğim yanıt, 26 yaşında şu oldu: "Ben böyle 100 tane, 500 tane sözcük araştırayım da içinden yalnızca ikisi üçü tutsun. Benim için yeter."

Dört sözcüğü öneren bir yazarın Budapeşte'de heykeli olduğunu, Budapeşte'ye giden dostlardan yıllarca önce öğrenmiştim. Çok şaşılacak bir şey. "Piyano" sözcüğünü bu adam türetti diye bilinir. Örneğin, "tekel" sözcüğünü kimin türettiğini ya da Melih Cevdet Anday'ın hangi çok kullandığımız sözcüğü türettiği, Nurullah Ataç'ın "ilginç" sözcüğünü ve başka sözcükleri türettiğini herkes bilir. Ters gelebilir ilk gün. Ancak sonra alışıyorsunuz. Uzun vadede görülüyor ki ne önerirseniz, tıpkı Fransa'da, Almanya'da, İngiltere'de, Norveç'te yapıldığı gibi, inceleyip bilerek yapıyorsanız yani algılayarak saçma sapan yollara sapmadan doğruyu içeren bir öz, bir ipucu yakalıyorsanız, dilinizin köklerine egemenseniz, sözdizimine ve yapıbilgisine, biçimbilime egemenseniz, doğruya yaklaşıyorsanız, konuştuğunuz söz ya da yazı içerik taşıyorsa, özlüyse, insanlar onu o şiiri duymaktan hoşlanıyorsa, o yazıyı, o romanı okurken heyecan duyuyorlarsa, düşünüyorlarsa onu yine okumaya ya da süreğini de (devamını da) okumaya özeniyorlarsa, içlerinden öyle geliyorsa doğal ki tutacaktır.

"Türkçe bilim dili olamaz." diye var olan bir görüşten söz ettiniz. Buna benzer bir başka görüş de evrensellikle ilgili. "Türkçe terimleri türetirsek evrensel olamayız." deniliyor. Bu görüş için neler söylersiniz?

Lokomotif'in adı lokomotif, radyo, atom, otomobil... Bütün bunlar evrensel dilde var olan terimlermiş gibi gelir. Aslında "evrensel" derseniz aldanıyorsunuz. Niçin aldanıyorsunuz? Size öyle geliyor derim. Çünkü otomobil sözcüğünü içinde "auto" Yunacadır, "mobil" sözcüğü de İtalyancadır, Latincedir. Almancası nedir biliyor musunuz? Aftokinaton. Arapçada otomobilin adı "seyyare"dir. Telefonun adı da "hatif", bilinmeyenden haber veren demektir. Elektriğin adı da "kerrabiriye"dir. Japoncada elektiriğin adı "denşi"dir. "Den" şimşek demektir, "şi" de küçültme eki şimşekçik. "Evrensel olamayız." gibi savunmalar bize doğruyu her zaman yansıtmıyor. Örneğin, "computer" sözcüğünün bütün dünyada bilgisayarın adıyken Türkçede başka bir ad kullanılmasının saçma olduğunu söyleyenlere karşı ben araştırdım, 23 dilde bilgisayar nedir diye. Sırpça'da ...., Rusça'da, Fransızca'da ordinatör, İspanyolca ordinadör, Japoncada... Anadili ya da resmi dili İngilizce olmayan bir yerde "computer" çok seyrek gösterebilirsiniz. Araştırınca "benim" diyen hiçbir ulusun öyle yapmadığını görüyorsunuz. Demek ki -kimi sayın profesörler de dahil- bu eleştiriyi yapanlar incelemeden bilmeden konuşuyorlar. Yalnızca yabancı dil diye İngilizce'yi bildikleri için, İngilizcenin de bütün dünyanın tek bilim dili olduğunu sandıkları için onlara öyle geliyor. Ancak bu düşünce çok yanlış, öyle yaklaşanların tümü silinir gider. Bir özek (merkez) ülke durumuna gelemez, kültürünüzü ayakta tutamazsınız. İngilizce, uluslararası dil, tartışma ortamında daha çok kullanılan ikinci dil gibi, uluslararası dil gibi var olabilir. O zaman İngilizce konuşuruz ancak Türkçe konuşurken kullandığımız terimlerin İngilizce olması aynı şey demek değildir.

Demek ki evrensel terimler diye bir durum yoktur. Evrensel kavramlar vardır. Dünyada yapılmakta olan budur. Bunu görmemek için dünya kültürüne bakmamış olmak gerekiyor, bu bir uyurgezerliktir. Bir tek Amerika'ya bakarak, bir tek İngiltere'ye bakarak dünyayı anladığınızı öne süremezsiniz. Koskoca bir Japonya var, koskoca bir Rusya var. Küçük ama koskoca etkisiyle Fransa var, Almanya var. Lord Byron fizik ve matematik betiği (kitabı) niteliğindeki doğanın sırlarını açıklayan kocaman kitabının önsözünde şöyle yazıyor:

"Anadilim İngilizcedir ancak İngilizce yazma olanağım yok. Çünkü İngilizce bir köylü dili olup böyle bilimsel gerçekleri anlatacak sözcükleri yoktur. Zaten o sözcükleri oluşturmak için gerekli alt yapısı da yoktur. Ayrıca böyle bir alt yapısı olsaydı bile yine yapmak istemezdim. Çünkü bilim dili Latince'dir. Ben öyle bir betik (kitap) yazıyorum ki yüzyıllar sonrasında bütün insanlığın okuyup anlamasını istiyorum. Kendime saygıdan dolayı yine yazmazdım İngilizce. Çünkü sonsuza dek hiç bir zaman İngilizce bir bilim dili olamayacaktır." diyor.

Bilim dili olarak aramaktan caydım, yaşayan bir dil olarak Latince diye bir dil var mı yeryüzünde? Böyle bir dil yok. Yalnızca bilim dili olma ayrıcalığını yitirmemiş, bütünüyle silinmiş. Hangi dil var? Anadili İngilizce olan Lord Byron gibi bir düşünürün tahminine göre sonsuza dek bilim dili olamayacağı kesin olan İngilizce. Bizimkilere göreyse tek bilim dili ve onsuz olamaz. Burada çok büyük bir saçmalık yatıyor.

Peki, böylesine bir başarının temeli nedir? Terimlerin tutması için öncelikle ne yapmak gerekir?

Toplumsal, kültürel konularda, yalnızca doğruyu bilmiş olmak, anlamış olmak yetmiyor. Haklı olmak da yetmiyor. Ayrıca zamanı kullanmak gerekiyor. Zaman için de yineleme gerekiyor. Yinelemenin çoğalıcı etkisi var. Aynı doğru kavramı yorulmadan otuz, kırk yıl, elli yıl boyunca hiç caymadan her nedenceyle (vesileyle) her gidilen yerde, dünya coğrafyasının neresinde olursa olsun, yeniden yeniden yeniden anlatmak, tartışmak gerekiyor ki duyanlardan bazıları da benzer işi yapıp onlar da dolaşırken hep bunu yapsınlar. Ben 18 yaşında gibiydim, lise yıllarında okurken, bir gazetede Yaşar Kemal'in her hafta sonu yazı yazdığını fark ettim. Orman konusunda yazıyordu. Ormanın ulusumuz için öneminden bahsediyordu. Çok duygusal yazıyor, çok şiirsel yazıyor. Anlatım çok güzel. Bir pazar, iki pazar, üç pazar, iki yıl geçti demek ki yüz ikinci pazar. Üç yıl geçti, yüz elli üçüncü pazar sürdü yazılar. Ben çok şaşkındım. Niye böyle yapıyor bu kadar. Güzel anlatıyor, yazıların hepsi farklı ancak başka konuları da yazsa da öğrensek bunu anladık zaten. Anladık ama ormanlar yine kesiliyor ve yine yakılıyordu. Demek ki anlamamışız. 58 yıl ya da 158 yıl birilerinin, gittikçe çoğalan sayıda birilerinin, hep yapması gerekiyor ki 65 milyon insan sonunda anlasın da artık böyle yapmasın. Kendiliğinden oluverecek diye doğru olmak haklı olmakla sonuç almak olası değil. Büyük bir emekçilik isteniyor. Yeniden yeniden hiçbir zaman bocalamadan ve caymadan, düşünce değiştirmeden gitmek gerekiyor. O zaman sonuç alınıyor.

Şimdi yazılım sözcüğü... 1966'dan bu yana... 30 yıl geçmiş demek ki. Bir tek gün başka sözcük kimse kullanmadı benim çevremde. Ne kendim ne birlikte çalıştığım iş arkadaşlarım ne dernek üyelerimiz ne görüştüğüm, dost olduğum kişiler. 17 yıl geçmişti bilgisayar sözcüğünün üzerinden daha baskı yapılıyordu bana. İnsanların yarısı karşı çıkıyordu. Karşı çıkanlara şu yanıtı verdim: "17 yıl nedir ki bir ulusun yaşamında. Daha bir avuç insan duydu bilgisayarın adını. Bütün ulus duymadı ki. Daha halka yansımadı olay, onun için ben bunu hiç başarısızlık diye görmüyorum, başarı diye görüyorum. İkinci bir 17 yılın sonunda gelin konuşalım. Bir 17 yıl daha deneyi sürdürelim." dedim. Bu konuşmayı yaptığımdan birkaç yıl sonra kişisel bilgisayar denilen ucuz, küçük ve kişiye özgü aygıtlar çıktı. Mesleğimiz çok devingen. Bu kez ne oldu? Üç beş bilgisayar, üç yüz beş yüz bilgisayardan, üç bin beş bin, giderek otuz bin, elli bin, şimdi giderek 500 bin bilgisayara çıktı. Daha üç binlere, otuz binlere varmaya başladığında bilgisayar sözcüğü, geri dönülmez biçimde, halka mal olmuştu. İkinci bir on yedi yıl daha mücadele vermeye gerek kalmadı.

Yabancı dilde eğitim konusunda neler düşünüyorsunuz?

Şimdi ben hiç bir zaman yabancı dili küçümseyen birisi değilim. Yabancı dile tersine çok emek vermiş birisiyim. Yabancı dili çok iyi bilseniz bile yabancı dille, iyi elektronik, iyi fizik öğrenemezsiniz. Fiziğin formüllerini iyi öğrenirsiniz, kalıplarını iyi öğrenirsiniz ancak içinizde duyumsayamazsınız olayı. Onun için anadiline elimiz mahkum. Bundan dolayı UNESCO'da anadille eğitim görme insan haklarından birisidir. Onun için azınlıkların anadiliyle eğitim görme hakkından söz ediliyor. Buna karşılık biz kendi çocuklarımızı İngilizceyle, Fransızcayla eğitmeye kalkıyoruz. Bunu söylediğimde, çocuklarımız yabancı dil bilmese daha iyi olur demek istemiyorum. Bunu da çok iyi düzeyde yapmaya da zorunluyuz. Onu yapmazsanız da dünyadan koparsınız. O zaman yabancı dili bilmek de benim Türkçemi daha iyi anlamamla sonuçlanıyor çünkü benim zorlandığım noktalarda oralarda belki kolaylıklar var, belki benim kolaylıklarıma da onlar sahip değiller.

Değişik kültürleri öğrenmek zorundayız. Ancak bu dersinde öğrenilir. Bilmediğim Latinceyi, Yunancayı, İngilizceyi öğrenirken bu arada da fiziği de öğrenivermek olanaklı değildir. Yapamazsınız, böyle yaparsanız ne Yunanca, ne İngilizce ne de fizik öğrenirsiniz . İngilizceyi kuş dili öğrenirsiniz, fiziği de hiç öğrenemezsiniz. Çünkü fiziğin az öğrenilmesi de sıfır anlama gelir. Az anatomi bilerek ameliyat yapamaz bir hekim. Az bilen inşaat mühendisinin yaptığı bina toptan yıkılır. Tümünü sonuna dek hiç duraklamaksızın iyice bilmek zorundasınız. O iyice ancak anadiliyle olabilir. 10 üzerinden 9 bilen çıraklık yapabilir. Öyleyse iyice anlamak gerekiyor, adam olmak gerekiyor. Adam olmanın yolu kendi terimlerinizle kendi dünyanızı konuşmak yolundan geçiyor. Siz annenize "mother" diyerek adam olamıyorsunuz. Ancak İngilizin karşısında dil biliyorsanız böyle söyleyebilirsiniz. Hiçbir neden yokken annenize "mother" diye seslenmek sizi adamlıktan çıkarıyor ve çok geçmeden maskara olmaya başlıyorsunuz. ODTÜ'de ders vermiş birisi olarak Türk öğrencilerden 50'sini karşısına alan birisinin İngilizce olarak ders anlatmasının ne kadar gülünç olduğunu biliyorum.

İletişimin başarısı, aynı suyun en kolay yoldan en düşük düzeye akması gibidir. Sizin ve benim aramdaki iletişim sizin en kolay anlayacağınız, benim en kolay anlatacağım yolun buluştuğu yerden geçerse 'belki' anlaşabiliriz. O kadar zordur. Siz Türkken ben de Türkken, istediğimiz kadar iyi bilelim, neden yokken İngilizce konuşmaya başlarsak ya da Fransızca konuşmaya başlarsak bu soytarılık olur.

Siz yabancı dilde eğitim yapan bir okulu bitirdiniz. Yabancı dilde eğitim veren bir okuldan değil de Türkçe eğitim veren bir okuldan mezun olsaydınız bu kadar başarılı olacağınıza inanıyor musunuz?

Sorduğunuz soru çok can alıcı bir soru. Galatasaray'da okurken ben yabancı dilden mi yararlandım çok yoksa özgürce tartışma ortamı vardı, dayak yemedik, azar işitmedik bunlardan mı yararlandım. Fransızca olarak okuduğumuz için mi metinleri iyice okumayı yazmayı öğrendik yoksa o metinleri bahane ederek o metni bize okutan 4-5 iyi hocamız vardı, onların gösterdiği yöntem mi öğretti. Burada hiçbir biçimde 'belki' diye düşünmüyoruz. Hiç kuşku yok ki o bir kaç iyi öğretmenin yöntemidir bize bunları öğreten. Fransızca, Almanca, İspanyolca metni didik didik etmemizle Türkçe metni didik didik etmemizin hiçbir farkı olmadığını, yaşım 56, iyice ayırt ediyorum. Olsa olsa Fransızca okurken kendimize kilit vurduk. Çünkü enerjimizin çok büyük bir kısmı çevirmenliğe gitti. Anlayamıyorduk ki! Aynı enerjiyi fizik öğrenmeye, kimya öğrenmeye verseydik ne kadar iyi olurdu. Aramızdan belki fizik bilimcileri çıkardı, belki buluşlar çıkacaktı.

Her türlü alanda Türkçe terim kullanılması topluma ne gibi yararlılıklar sağlar sizce?

Türkçe terim kullanırsanız köylüsü, kentlisi, kapıcısı anlar ve düşünme olasılığı artar. İşin bir hokus pokus olmadığı, işin bir büyücülük olmadığı anlaşılır. Köylü, kentli, kapıcı ya da çırak, sıradan insan, köyden yeni gelmiş Türk, anlamaya bir başlarsa ve bütün evreni böyle görmeye başlarsa fizik dahil, kimya dahil ilkokul dersleri dahil, işte o zaman insanlar üfürükçülükten, bilmem neden kopup doğrudan doğruya düşünen kafalara yavaş yavaş sahip olmaya başlar. Bu aslında son derece çekici bir olay, bunu yapmaya aydınlanma deniyor. Aydınlanmanın temel direği, ilk anadiliyle konuşmaya başlamaktır. Bilimi, yönetimi bütün dünyayı algılamayı, anadiliyle yazmaya, çizmeye, konuşmaya başlamak aydınlanmadır. Bunun sonucu özgürlükler gelir, demokrasi gelir. Düşünmeye bir başlandı mı kimin gerçekleri bulacağı kestirilemez. Manavın çırağı mı, kapıcının oğlu mu, beş yaşında mı, 14 yaşında mı çok insan ayırt edemez. Ben 56 yaşındayım, 12 yaşında çocuğumun benden daha akıllı olabileceğine aklım kesiyor. Anadiliyle konuşursa düşünmeye başlar. Demokrasi de bu anlamayla geliyor zaten. Yani yumurta tavuk öyküsü...

Yalnız bütün tarih gösteriyor ki aydınlanma denilen olay yani "Rönesans"ın altında yatan olay, İncil'in ulusal dillere çevrilmesiyle başlamıştır. Bu büyük bir suç sayılmıştır; kan gövdeyi götürmüştür ancak işte sonuç bellidir. Aynı şey Kuran için de geçerlidir. "Çevrilemez!" diye duyduk çocukluğumuzda. Çevrilemez çünkü "o kavramın Türkçesi yoktur". Yoksa ne diyor peki. "Bu Allah dilidir. Anlaşılmaz ezberleyeceksiniz." Çevirip iyice okumak zorundayız. Hem de mealen çevirmek de büyük bir hainliktir. Aynen çevirmek gerek. Bir sözcüğe yalnızca bir sözcük. Taş diyorsa taş. Özel anlamlı bilinmeyen bir taş yoktur yeryüzünde. Taş taştır. Bütün taşlar genel taş sınıflaması içinde anlam taşır. Bu bir soyutlamadır; tümü birden taştır. Öyle yaklaşarak çevirmek gerekiyor, ihanet etmeden.

1996

İlk yayınlandığı kaynak bilinmiyor. Bu söyleşi google arama motorunun önbelleğindeki şu adresten elde edildi:
http://66.249.93.104/search?q=cache:UuGx1qVSFiEJ:turkbilim51.sitemynet .com/ozturkcesel_dosyalar/terimsorunu.htm+%22ayd%C4%B1n+k%C3%B6ksal%22&hl;=tr




Şimdi bir de ilgili bu yazıya bakmanızı öneririm:

Türkçe Bilim Sözleri; Bir Deneyim


Bu yazıdan neden arkadaşlarınız da yararlanmasın ki!...
vvvvvvvv   Beğen'e tıklayın ki haberleri olsun   ;)


Takip edilmekten korkmuyoruz!.. Takip için tıklayın: twitter.com/bilimbilmek

Anahtar sözcükler: Türkçe bilim, terminoloji, Türk Dili, Türkçe, yazım kuralları, Terim Sorunu

Benzer Yazılar


Referans bilgisi: "Prof. Dr. Aydın Köksal'la Türkçe'de Terim Sorunu Üzerine Bir Söyleşi", 2005 , Bilim Bilmek sitesi, /tr/prof-dr-aydin-koksal-la-turkce-de-terim-sorunu-uzerine-bir-soylesi.html


 Bu sayfayı Facebook'ta paylaşın.

 Bu sayfayı Twitter'da paylaşın.


[Sip Sak Ceviri]
^.