Milli Kütüphaneden Ulusal Bilim Kütüphanesine
Bu yazıyı okuyanlar önce şunları okudular:
"Bir iş için birkaç gün Milli Kütüphane'ye gittim. Baktım okuma odası hep dolu.
Sevinmedim. Oradakilerin çoğu genç kişiler, daha öğrencilik çağında, ders çalışmaya geliyorlar.
Ders çalışmak gerçekten okumak değildir, bir fayda düşünerek, bir fayda için uğraşmaktır.
O gençler okullarını bitirsinler, bir iş tutsunlar, bakalım okuyacaklar mı? ..." - Nurullah Ataç
Özer SOYSAL
Meslek sorunlarımıza, dar ya da geniş açı ile yaklaşılabilir. Dar açıdan yaklaşım, hemen, fiziki yetersizlikleri ön plana çıkarmakta. Çok yaygın bu yaklaşım biçimi ile yıllardır kütüphanelerimizin yapı, bütçe, bilgi kaynakları ve personel bakımından yaşadığı bunalımın irdelenmesi yapılmıştır.
Geniş açılı yaklaşım ise, bizi değişik ve daha düşündürücü bir görünümle karşı karşıya bırakıyor. Çünkü bu bakış açısı, 'kütüphane' sorunları olarak adlandırdığımız kimi 'fiziksel çarpıklıklar' ötesinde ülkede asıl yaşananın 'kütüphane' değil 'kütüphanecilik' sorunu olduğunu göstermekte.
Anlaşıldığı gibi, sorunları, 'kütüphane' ve 'kütüphanecilik' kavramları arasındaki ayrımın bilinci ile yorumlama; bunların niteliklerine uygun yöntemleri belirleyerek çözüm arama durumundayız. Geniş açıdan bakıldığında Türk Milli Kütüphanesi nasıl bir görüntü vermektedir? Soruya, Milli Kütüphaneler'e özgü ölçütler yanı sıra böyle bir kütüphaneden yıllardır yararlanıyor olmanın kazandırdığı deneyimi de değerlendirerek karşılamaya çalışacağız.
Geniş açılı bakışın, ülkedeki kütüphane etkinliği ve bu arada kuşkusuz Milli Kütüphane için işaret ettiği ilk gerçek, Türk Kütüphaneciliği'nin, 'toplumsallaşmış bir kamu hizmeti olarak kurumlaşma evresinin, daha tamamlayamamış olmasıdır. Söz konusu gecikmeye yol açan nedenler arasında, kütüphane kurumuna ülkenin eğitim, kültür ve bilim dokusu ile bütünleşme olanağı verecek politikalar üretilmeyişi, özellikle dikkat çekiyor. Sayılı deneme dışında Türkiye'de anılan alanlar, politika adı altında: eğitici olma yeteneğinden yoksun eğitim uygulaması; kültürde yaratıcılığı özendirme yerine yönlendirici güdümler; yaşadığımız bilgi yoksulluğunu öncelikle 'teknoloji / ekonomi kesimlerindeki bilgi açığı' ölçeğinde algılayan kısır yaklaşımlara tanık oldu. Kütüphane kurumunun toplum ya da kaynaşması gereken diğer hizmet kesimleri ile organik ilişki kuramayışı temelde bunun sonucudur.
Milli Kütüphane ile 'bilimsel etkinlik' arasında bugüne değin sağlıklı bir ilişki kurulamamıştır. Nitekim, 1981 - 1983 yılları arasında yürütülen çalışmalarla 1983'ten ileriye 15-20 yıllık süreç düşünülerek saptanmış Türk Bilim Politikası'nın bile Milli Kütüphane'yi Ulusal Bilim Dizgesi'nde nereye yerleştirdiği; araştırma - geliştirme programlan çerçevesinde ona tanıdığı pay; özellikle de sınır tanımaz boyuta ulaşması bilim literatürü'ne erişimde bu Kuruluş'tan ne beklediği karanlıktaydı. Bilim Politikamız'ın tasarladığı 'üçlü bilimsel / teknolojik / sosyo - ekonomik enformasyon sistemi' yaklaşımında Ulusal Kütüphane gözden kaçtığı gibi Türkiye için öngörülen 'uzun vadeli bilim ve araştırma politikası ve bu politika uyarınca hazırlanacak planın yürütülmesinden sorumlu Yüksek Kural'da (Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu) Milli Kütüphane'nin bağlı olduğu Bakanlık yoktur.
Araştırma - Geliştirme çalışmalarının temel girdilerinden birisinin de 'enformasyon' olduğunu sürekli vurgulayan; bu alandaki başarısızlığı 'mevcut ya da edinilebilir kaynak eksikliğinden ziyade, 'sistematik yaklaşım yetersizliği'ne bağlayan Bilim Politikamız, böylece, sanki 'yaklaşım yetersizliği'ni en üst düzeyde somutlaştırır. Yetişmiş insan gücü gereksinimi, bilgi ve beceri ötesinde kişilik kazanmış bireyle karşılanabilecekken, bu kazanımı besleyici 'Toplumsal ve Beşeri Bilimler' alanlarında ülkenin en zengin bilgi kaynaklarına sahip ya da öyle olması gereken Kurum'un 'Ulusal Bilim ve Bilgileşim Dizgesi' dışında bırakılması, tartışmalı noktalardan birini örneklemekte. 1963'te hazırlanmış TİSAK (Türkiye İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü / Kurumu) ve I970'te gündeme gelen TİTAK (Türkiye İnsan ve Toplum Araştırmaları Kurumu) Projeleri gerçekleşmediğine göre, Toplumsal Bilim araştırmalarındaki kargaşayı, ilgili yükseköğretim kuruluşları ile resmi - özel araştırma birimlerini Milli Kütüphane'nin merkez ya da eşgüdümcü olduğu bir yapılanma içinde toplayarak önlemek düşünülebilir. Bu, geniş açıdan, bir tür 'Ulusal Bilim Kütüphanesi'ne dönüşüm anlamı taşır.
Türkiye, belli dönemlerdeki arayışlara karşın, kültüre özgü içerik ve ölçütlere dayalı bir kültür politikası çizebilmiş değildir. Bundan kaynaklanan belirsizlik dışında 'amatörce' ya da duygusal nitelikteki kararlar da Milli Kütüphane yönünden önemli sıkıntılar yarattı: Kuruluş Yasası'nda sayılmış görevleri tam anlamda yerine getiremez, ya da, uluslararası anlayış tümüyle gerçekleştiremezken Milli Kütüphane'yi ilke ve kural dışı etkinliklere itmek gibi. Çağdaş ve ulusal bir kültür politikasından yoksunluğunu bedelini Milli Kütüphane, ya 'yükseköğrenime okuma salonu', ya 'seriye sicillerine barınak' olmak ya da 'çocuklara halk kütüphanesi hizmeti vermeye' zorlanarak ödedi; yer yer ödemeyi de sürdürüyor.
Bir hukuk profesörümüz (Yaşar Karayalçın), hizmete girişinden dört yol sonra, 1952'de, gözlem ve görüşlerini dile getirirken : "Milli Kütüphane bir okuma salonu değildir; bir halk kütüphanesi de değildir..." der. Gerçekte Türk aydını, ne halk kütüphanelerini ilk - orta öğretim; ne de Milli Kütüphane salonlarını yükseköğretimden öğrenci kesimin doldurmasını kıvanç verici bir olay gibi yorumladı. Gerek Ankara Halk Kütüphanesi gerekse Milli Kütüphane'de 'okumak' için yer bulamadığından yakınan, 1950'lerde milletvekili bir edebiyat tarihçimiz (Vasfı Mahir Kocatürk) de, TBMM.'nde, 'okuma gereksinimi duyan araştırıcı ve incelemecilerin bu durumda ne yapacağını' sorarak, şunları ekler: "... Kütüphane dolu, harıl harıl çalışıyor; bunlar, derslerini çalışan hukuk, tıp talebesi ... Mekteplerde mütalaa salonları açılsın ve kütüphaneler talebelerin istilasından kurtarılsın ..." Nurullah Ataç da 1955'te sanki bugünü anlatır gibidir : "... Bir iş için birkaç gün Milli Kütüphane'ye gittim. Baktım okuma odası hep dolu. Sevinmedim. Oradakilerin çoğu genç kişiler, daha öğrencilik çağında, ders çalışmaya geliyorlar. Ders çalışmak gerçekten okumak değildir, bir fayda düşünerek, bir fayda için uğraşmaktır. O gençler okullarını bitirsinler, bir iş tutsunlar, bakalım okuyacaklar mı? ..."
Ulusal Kütüphanesi böylesine ürkütücü bir 'işlevsel sapma' gösteren toplumlarda bilim ve kültür üretiminin niteliğini kestirmek zor olmasa gerektir. Okullarında kütüphane ya da gerekli bilgi kayıt ortamları bulunmadığından halk kütüphanelerine koşan ilk ve ortaöğretim kuşağını buralardan çektiğimizde karşılaşılacak boş salonlar ise, eğer varsayılıyorsa, hem eğitim hem de kültür politikamızın tükendiği anlamına gelir.
Oysa, Ulusal Kütüphane, öncelikle Türk Kültür ve Bilim ortamının gerek çağdaş gerekse geleneksel verimlerine ulusal ya da uluslararası düzeyde 'sistematik' olarak erişim ve bunlardan çeşitli biçimlerde yararlanma olanağı sağlanan en yetkin organ olma konumundadır. Kültür Bakanlığı'nın, işte bu gücü, yoğun biçimde değerlendirmesi gerekir. Örneklersek, ilke olarak Türkiye'nin kültür, düşün ve sanat alanlarında ürettiği basılı her materyal burada derlenir, sınıflanır, tanımlanır, korunur, iç ve dış kullanıma sunulur. Sözü edilen yayınların yurt içi ve dışında 'bibliyografik' tanıtım ve belli ölçüde değişimi; içerik ya da özlerinin verilmesi ve benzeri hizmetleri de bu kurum gerçekleştirecektir. Uluslararası ölçütlere bakılırsa: Ulusal Kütüphane, "Ülkede yapılmış belli başlı yayınların nüshalarını sağlamak ve korumak; yasa ya da diğer düzenlemelerle, bir 'derleme kütüphanesi' olarak çalışmakla yükümlüdür. Ulusal Kütüphane, doğal olarak, şu işlevleri de gerçekleştirir: Ulusal bibliyografya'yı üretmek; ülke ile ilgili yayınları da kapsamak üzere yabancı dillerde zengin ve temsil gücü olan bir derme oluşturmak ve bunu güncel dununda tutmak; bir ulusal bilgileşim merkezi olarak çalışmak; toplu kataloglar yapmak; geriye dönük ulusal bibliyografya'yı yayınlamak. Anılan ölçütlere göre, 'ulusal' adını taşısa da, işlevleri üstteki tanımı karşılamayan kütüphaneler 'ulusal kütüphane' sayılmazlar.
Amacı, 'bilgi tüketim ve üretiminin ulusal ve uluslararası çapta gerçekleşmesini sağlama' noktasında odaklaşan kuruluşlar arasında ulusal kütüphane ayrı yer tutar. Bu özel konum, onun hem kütüphane kurumunun gelişim sürecinde billurlaşmış yükümlülükler hem de değişip çeşitlenen çağdaş gereksinimleri karşılama gereğinden kaynaklanmakta. Ana başlıkları ile değinilen nedenlerle de 'ulusal kütüphaneler'in özel yasalarla kurulup işletilmesi zorunluluğu yanı sıra uluslararası ölçütler uyarınca iş üretmelerini sağlayıcı kurallar konması gerekmiştir.
Genel bir anlatım içinde sıralanmış ve görünüşte 'olağan' sayılabilecek böylesi etkinliklerin Türkiye için 'çağdaşlık' simgesi olarak sergi, gösteri, festival, konser ve benzerleri ölçüsünde etkileyici olduğu belirtilmelidir. Bilgi üzerine yeterince 'slogan' ve 'özdeyişe' rastlanan ülkemizde Kültür Bakanlığı bu yoldaki içtenlik ve inandırıcılığını, sanırım en iyi biçimde, ancak uygulamalarında Milli Kütüphane'ye bir 'ulusal bilgi tüketim - üretim merkezi' kimliği ile tanıyacağı ağırlık ve bu ağırlığın gereği olanakları ona sağlayarak kanıtlayabilir.
Türkiye'nin bilim ve eğitim alanlarında ne zaman kalıcı politikalar saptayıp bunların nasıl bütünleştireceği bu günden kestirilemez. Ancak Kültür Bakanlığı'na, kendi etkinlik alanında Milli Kütüphane'nin konumunun ne olabileceğini gözden geçirme; ulusal ve uluslararası düzeyde hizmet üretme gücüne şimdiki koşullarla ulaşamayacağı anlaşılan bu Kurum'a çağdaş boyutlarda yapılanma ortamını gecikmeden hazırlama gibi tarihsel bir görev düşmekte. Yeniden Yapılanış'ın erekleri somutlaştırılırsa, bu oluşum süreci ile Milli Kütüphane'ye :
- Özgün bilgi üretiminde temel katkı birimi; bu katkının üst düzeyde olabilmesi için de, nitelikli bilginin yoğun ölçüde tüketildiği bir bilimsel merkez,
- Kaynak / bilgi dolanımını yurt çapında 'tek elden'; dışarıya 'eş güdümcü' olarak gerçekleştirecek bir yetkili organ,
- Ulusal bilim ve kültür politikalarının uygulanmasında sorumluluk taşıyan; temel ve uygulamalı bilimler dışındaki alanlarda araştırmaya hizmet amacı güden kütüphane, dokümantasyon ve enformasyon merkezleri arasında 'işbirliği' ve 'eşgüdümü' gözetici bir kurum kimliği kazandırılması söz konusudur.
Milli Kütüphane, Cumhuriyet Türkiyesi'nin yasa ile kurulmuş ilk ve en büyük kütüphanesidir. O'nun, kimliğinde, Atatürk'ten kaynaklanmış önemli bir nitelik taşıdığı da belki unutuldu. Kuruluş Yasası 1950, Ek Yasası 1955'te çıkarılmış, ayrıca 187 sayılı 'Kanun Hükmünde Kararname' (1983) nin iki madde ile değindiği Milli Kütüphane'ye, kaçınılmaz duruma gelen 'Yeniden yapılanma' için, ilkin çağdaş bir yasal çerçeve hazırlamak gerektiği anlaşılıyor. Buna, bugünkü yasal dokuda gözlenen kimi kavramsal anlatımların uygulamaya yanlış olarak yansımasını önlemek; hizmet kavramı ve bilgi teknolojisindeki gelişmenin 'bilginin işlenişi ile ulusal ve uluslararası kullanıma sunuluşu yönünden ulusal kütüphanelere yüklediği görevleri belirlemek; özellikle de hizmetlerin gerektirdiği sayı ve nitelikte personelle kaynak sağlama açısından zorunluluk vardır. Böyle bir Yasa, 29 Mart 2000'de 50. yılını dolduracak Milli Kütüphane'nin Türk bilim ve kültür dizgesindeki yerini kendi koşulları içinde tanımlama yanında, Ona hem ulusal hem de katıldığı kararların öngördüğü uluslararası yükümlülükleri yerine getirme olanağı vermelidir. Amaç ve üstlendiği görevlerin ağırlığı ortada iken, yıllardır bu ulusal kuruma gerekli ödenek ve personeli sağlayamayan bir Kültür Bakanlığının varlık nedeninin kolay anlaşılamayacağı, dahası savunulamayacağı bir süreç yaşıyoruz.
Basılı bilim, kültür ve sanat ürünlerinden en az bir nüshayı devlet adına korumakla yükümlü Milli Kütüphane için 'derleme' konusunun önemi de yeri gelmişken vurgulanmalıdır.
Ülkemiz, kültür ürünlerini sahiplenme yolunda bir büyük açığı, 'basma yazı ve resim dışındaki' düşün ve sanat ürünlerinde vermektedir. Yeterliği 1950'lerden beri tartışılagelen 1934 tarihli Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu, bilindiği gibi, baskı dışı tekniklerle üretilmiş düşün ve sanat ürünlerinin derlenmesine olanak sağlamaz. Sonuçta, türü bizde de giderek çoğalan böylesi ürünlerden slayt, şerit film, fotokopi gibi görüntü; plak, kaset, disk gibi ses kayıtları ile eş zamanlı ses - görüntü kayıtları, film ve mikroların neler olduğu bilinmemekte; derlenemedikleri için de Ulusal Bibliyografyamız'da duyurulamamaktadır. Kaldı ki, bu önemli boşluğu gidermek üzere 1979'da hazırlanmış bir Yasa Tasarısı Bakanlık'ta bekliyor.
Türk Kültürü'ne hizmet yolunda bu iki büyük fırsatın kaçırılmaması dileğiyle dinleyenlere teşekkür ederim.
Kaynak: "Kütüphanecilikte Bilgi-Belge Sempozyumu", Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane Başkanlığı, Ankara 1994, ISBN 975-17-1202-5, sayfa 118-122
Şimdi bir de ilgili bu yazıya bakmanızı öneririm:
42. Kütüphane HaftasıÖzer Soysal
Bu yazıdan neden arkadaşlarınız da yararlanmasın ki!...
vvvvvvvv Beğen'e tıklayın ki haberleri olsun ;)
Takip edilmekten korkmuyoruz!.. Takip için tıklayın: twitter.com/bilimbilmek
Anahtar sözcükler: eğitim, bilim, Kütüphaneler, kütüphane, bilim kütüphanesi, milli kütüphane, kitap, ilerleme, öğretim
Benzer Yazılar
- 42. Kütüphane Haftası
- Ömer Hayyam Üzerine Türkçe Kaynaklar
- Üniversitelerin Önünde Engel Olmayın
- Kitap İmhası ve Kütüphaneci
- Kütüphaneler ve Türkiye
- Akıllı Petro'nun Bilimler Akademisi
Özer Soysal'ın Makalelerinden Bir Örnek
Referans bilgisi: "Milli Kütüphaneden Ulusal Bilim Kütüphanesine", 2007 , Bilim Bilmek sitesi, /tr/milli-kutuphaneden-ulusal-bilim-kutuphanesine.html
Bu sayfayı Facebook'ta paylaşın.
Bu sayfayı Twitter'da paylaşın.