Evliya Çelebi'nin Paratetis'i Keşfi

Evliya Çelebi'nin doğumunun 400. yılını kutladığımız 2011 senesinde Orhan Bursalı bana ilk defa 2003 senesinde Amerika Jeoloji Derneği (The Geological Society of America) tarafından yayımlanmış olan bir kitabımda 1 dile getirdiğim, Evliya Çelebi'nin ilkin Laskarev tarafından 1924 senesinde Paratetis diye adlandırılmış olan 2, ama varlığı ta 1866 senesinde Suess’ün Avusturya'nın Üçüncü Zaman kayaçları hakkında yayımladığı meşhur bir makaleden3 beri bilinen eski «Büyük Karadeniz»in varlığını gözlemlere dayanarak farketmiş ilk kişi olduğu tezimi, Cumhriyet Bilim Teknoloji okurları için de özetlememi rica etti.

Aşağıdaki satırlar, Orhan'ın bu ricası üzerine, daha ilkin Türkçe olarak yazdığım bir başka makalemden derlenmiş olan bilgilerin4, yer yer kelimesi kelimesine tekrarı şeklinde yapmış olduğum iktibaslar ve onlara yaptığım kimi ilavelerden ibarettir. Ama Şekil 1'de görülen harita ilk defa bu yazı için Orhan'ın isteği üzerine hazırlanmıştır.

Evliya Çelebi ve Boğaz'ın Oluşumu

Coğrafya üzerine eser vermiş bütün antik çağ yazarlarının İstanbul’un hem doğal konumundan hem de şehrin kişi yapısı eserlerinden övgüyle bahsetmelerine ve İstrus, Straton, Ksantus, Strabon, Halikarnaslı Dionisos, Sicilyalı Diodorus gibi çok okunan yazarların Boğaz’ın oluşumu konusuna değinmelerine rağmen, İstanbul hakkındaki ilk derli toplu ve etraflı coğrafi bilgiye kuşkusuz en büyük Osmanlı coğrafyacısı olan Evliya Çelebi’nin (1611-1683?) Seyahatnâme’sinin ilk kitabında rastlıyoruz.

Evliya burada şehrin hem fiziki hem de sosyal coğrafyasını eşine ender rastlanır bir gözlem zenginliği ve uslûp güzelliği ile anlatmış, Boğaz’ın oluşumu hakkındaki mitolojik bilgiyi verirken, Karadeniz’in eskiden bugünkünden çok daha geniş alanlar kapladığı konusunda Kırım’dan Avusturya’ya kadar uzanan yerlerde kendi yaptığı gözlemlere dayanarak bugün de geçerli olan özgün çıkarımlar yapmıştır:

«Hey’et ilmini [yani astronomiyi] bilen tarihçilerin doğru sözlerine göre Karadeniz Nuh Tufanı karanlık suyundan kalmış bir denizdir ki derinliği 80 kulaç [≈136 m] büyük çukur bir kara denizdir ki Tufan’dan ilkin Akdeniz’e karışmaz, İstanbul yakınında hâlâ Karadeniz Boğazı olan yerde en son bulmuş idi. O asırda Macaristan’da Salanta, Dobraçin [bugünkü Debrecen: 47°30’K 21°37’D], Keçkement [Kecskemét: 46°56’K 19°43’D], Kinkos ve Peşte [47°30’K, 19°03’D] sahraları ve Sirem Semendire [Semendria, Smederevo: 44°40’K, 20°56’D] vadileri baştan başa Karadeniz olup Venedik Körfezine karıştığı yerler hâlâ bellidir. Hatta Silistre eyaletinde [Silistra: 46°06’K, 27°17’D] Pravadi kalesi göklere baş kaldırmış yüksek bir kaledir. O asırda bu kale deniz kıyısında imiş. Hâlâ gemileri bağlamak için demir halkalar vardır, durur ve eski zamanda gemi küpeşteleri ve bodostomaları kayalara dokunmaktan yaraladıkları yerler açık seçiktir. Karadeniz’in bir alâmeti de Kırım’da Bahçesaray’a bir merhale yakın [yani G-GB’sında: bkz. Pitcher, haritalar XIII-C2, XVI-C2, XXXB25] Bahçesaray [Bakhchisaray: 44°44’K, 33°53’D] Menkub kalesi derler mavi bulutlara baş çekmiş yüksek bir kaledir, onda da gemiler için yatacak limanlar ve kayalar üzere gemi bağlamak için büyük sütunlar vardır.

Kırım adası 6, Heyhat sahrası [Kırım’ın hemen kuzeyindeki alçak ve susuz düzlükler: Kabaca 47° ve 48°K ile 32° ve 36°D arasındaki alan; ortalama günümüzdeki Priçernomorskaya Nizmennost yani Karadeniz önü alçak alanı ile aynı alan], Kıpçak bozkırı [Deşt-i Kıpçak yani Kıpçak Çölü: Dnyestr ve Donetz arasında kalan step alanı] ve bütün Sakâlibe (Slavlar) diyarı baştan başa Karadeniz imiş ki bir parçası da Hazar Denizi’ni yani Gilân 7 ve Demir Kapı8 denizine katılır imiş. Hatta bu hakir İslâm Giray Han asrında ... tarihinde Moskof seferine giderken düşman avlayan Tatar askeri ile Heyhât sahrasında Kertmeli ve Biyim ve Eşim isimli yurtlarda koşun virip konakladıkta on kere yüz bin rüzgâr hızındaki atlara su vermek için eşmeler kazarken toprak içinde deniz mahlûklarının alâmetleri(ni) çıkardı. Mesela yengeç, kerevit, midye ve istiridye gibi haşeratın kabukları çıkardı. Ondan anlanır ki Heyhat vadisi de Karadeniz imiş" 9

Evliya Çelebi Bilim Adamlarının Yanında

Evliya on yedinci yüzyılda Avrupa’da şiddetle tartışılan bir konuda, fosillerin geçmişte yaşamış canlıların kalıntıları olup olmadığında, hiç tereddütsüz, bunların canlı kalıntıları olduğunu savunanların yanındadır! Bak, Osmanlı, öyle sanıldığı gibi geri kafalı değildi demek geliyor insanın içinden. Bu söz Evliya için geçerli olmakla beraber Osmanlı toplumunun hemen tamamı için geçersizdir!

Evliya’nın yaşadığı on yedinci yüzyılda uygar dünyada fosillerin organik olduğunu savunanların karşısında iki önemli sorun vardı:

(1) Bulunan fosillerin bazıları bugün yaşayan hiçbir canlıya benzemiyordu.

(2) Fosillerin karakteri içinde bulunduğu kayanın karakterine göre değişiklik arzediyordu.

Halbuki İngiliz Robert Hooke (1635-1703) ve Danimarkalı Niels Stensen (Nicolaus Stenonius ya da kısaca Steno: 1638-1686) gibi fosillerin canlı kalıntısı olduğunu iddia edenler, bunların Nuh Tufanı’nda karalar üzerine atılmış ya da kayaçların içine karışmış olduğunu savunuyorlardı.

Buna mukabil, Martin Lister (1638-1712) ya da John Ray (1627-1705) gibi İngiliz doğa bilimcileri (ki bunlar daha çok İngiltere’de bulunan yaşlı kayaçlar içinde bulunan, bugün nesilleri tükenmiş fosilleri incelemişlerdi) fosillerin yaşayan karşılıkları olmadığını söyleyerek bunların canlı kalıntısı olamayacağını iddia ediyorlardı. Hatta Lister «fosile benzer bir canlı bulunabilirse, ben de hatalı olduğumu kabule hazırım» demişti.

Hooke ise o zamanlar hiç gündemde olmayan canlıların neslinin tükenebileceği tezini savunuyordu. Kısacası, on yedinci yüzyılda Avrupa’daki tartışma bütünüyle bilimsel çerçevede sürdürülen bir tartışmaydı ve sonunda da bilimsel bir sonuca vardı.

Akıldan Kaçmıyor

Peki ya Evliya? Bakalım yukarıda alıntıladığım akılcı çıkarımından hemen sonra ne yazmış: Âyet: "Şüphe yok ki Allah her şeye kadirdir" (Bakara, 20). Tartışma da başlamadan burada bitmiş. Osmanlı'nın sözlerini içeriğiyle beraber okuduğumuz zaman hep karşımıza aynı duvar çıkıyor: Akıldan kaçma, varlığı farz edilen doğaüstüne sığınma.

Ancak muhterem hocam ve dostum Prof. Doğan Kuban, bana Evliya'nın burada Kuran'dan alıntı yapmış olmasının devrin bir mecburiyeti olduğunu söyleyerek, bunun Evliya'nın akıldan kaçmış olduğunu göstermeyeceğini, sadece zamanının egemen eğilimlerine boyun eğmeyi yeğlediğini gösterdiğini söyledi.

Bu herhalde doğrudur, zira Evliya'nın Seyahatname'sinin tamamını okuyan herkes yazarının keskin zekâsından ve muazzam gözlem yeteneğinden etkilenmiştir. Bu özelliklere sahip bir insanın dinin dogmalarını hiç sorgulamadan kabul etmesi zordur. Evliya'yı baskı altında tutan sosyal eğilim (Şerif Mardin'in ortaya attığı sosyolojjik ifadesiyle «mahalle baskısı»), Osmanlı'da bilimin gelişmesini engelleyen sosyal eğilimdir.

İstanbul Boğazı Nasıl Oluştu, Nasıl Açıldı?

Evliya, eski ve büyük Karadeniz’i yukarıda alıntıladığım biçimde tanıttıktan sonra, İstanbul Boğazı’nın nasıl açıldığını ve daha ilkin bir iç deniz durumunda olan Karadeniz’in nasıl Akdeniz’e ve onun da Cebelütarık Boğazını açarak Atlas Okyanusu’na karıştığını İskendernâme’deki mitolojiye göre anlatır.

İskendernâmeler, Büyük İskender’in hayatının efsaneleşmiş anlatımlarıdır ve ilk defa bilinmeyen (ve genellikle Düzmece Callisthenes denen) bir yazar tarafından Yunanca olarak 3. yüzyılda kaleme alınmışlardır. Buradan Avrupa ortaçağının Alexander masalları ile Kuran’daki Zülkarneyn bahisleri ve İslami İskendernâmeler türemiştir. Seyahatnamesi’nde Evliya’nın hangi İskendername’yi temel aldığını bilmiyorum.

Sevgili okuyucularım: Evliya’mızın burada verileriyle1 anlattığı, 1924’ten beri Paratetis adını taşıyan ve varlığı daha 1866 senesinde Eduard Suess’ün yayınlarından beri bilinen ve günümüzden 36 milyon sene ile ortalama 8000 sene ilkin aralığında Viyana’dan Aral gölüne kadar büyük bir alandan zamanla bugünkü Karadeniz’e doğru daralmış olan dev bir iç denizin ilk keşfidir (Şekil. 1’de gösterilen haritaya bkz1; doğal olarak Evliya bu uzun zaman aralığından haberdar değildi).

Keşke Osmanlı'nın entelektüel çölünde bir Evliya daha olsaydı da ikisi bu konuyu konuşup, belki Avrupa’daki meslektaşlarına anlatsalar, keşif daha o zaman insanlığın malı olmuş olsaydı. Fuat Sezgin Hoca’nın da hep söylediği gibi Evliya Çelebi en büyük Osmanlı’dır. Fatih'in, Yavuz'un ve Kanuni'ninkilerin tersine onun aklı, gözü, kulağı ve kalemiyle yaptığı bütün fetihleri kalıcı olmuştur ve uygar insanlık yaşadıkça öyle kalacaklardır. Ama onu dünyaya ilkin büyük orientalist ve Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Joseph von Hammer (1774-1856), ama en çok 20. yüzyılın Türk ve yabancı bilginleri tanıttılar. Hemşehrimin 400. doğum senesi bütün ulusumuza ve insanlığa kutlu olsun.



Şekil 1: Paratetis'in 14-13 milyon sene önceki durumu (Ilyina ve diğerleri'nden 11) ve Evliya çelebi'nin bahsettiği yerlerin Paratetis coğrafyası içindeki konumları. Bugünkü coğrafyaya ait kimi kıyı çizgileri kırmızı ile belirtilmiştir. Bu haritaya bakıp, Evliya'nın gözlem ve yorum gücüne hayran olmamak olası değildir.

Katkı belirtme: Evliya'nın belirttiği yer adlarının bugünkü karşılıklarının tesbitinde bana yardım eden muhterem hocam ve dostum Prof. Dr. Halil İnalcık'a ve Prof. Dr. Robert Dankoff'a şükran borçluyum. Bana Dankoff'a danışmamı tavsiye eden de Halil İnalcık olmuştur.

1 Şengör, A. M. C., 2003, The Large Wavelength Deformations of the Lithosphere: Materials for a history of the evolution of thought from the earliest times to plate tectonics: Geological Society of America Memoir 196, xvii+347 s.+ 3 katlı levha

2 Laskarev, V., 1924, Sur les equivalents du Sarmatien supérieur en Serbie: in Vujevic, P., yayına hazırlayan, Receuil des Travaux offert à M. Jovan Cvijič par ses Amis et Collaborateurs: Drzhavna Shtamparija, Beograd, s. 73-85.

3 Suess, E., 1866, Untersuchungen über den Charakter der österreichischen Tertiärablagerungen. II. Über die Bedeutung der sogenannten „brackischen Stufe“ oder der „Cerithienschichten“: Sitzungsberichte der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften, mathematisch-naturwissenschaftliche Classe, c. 54, Abt. I, s. 218-260.

4 Şengör, A. M. C., 2010, İstanbul’daki Jeolojik çalışmaların 1933’deki İstanbul Üniversitesi reformuna kadarki kısa tarihçesi: Örgün, Y. and Yılmaz Şahin, S., yayına hazırlayanlar, İstanbul’un Jeolojisi Sempozyumu III Bildiriler Kitabı, Türkiye Jeoloji Mühendisleri Odası, İstanbul Şubesi, istanbul, 2-20.

5 Pitcher, D. E., 1972, An Historical Geography of the Ottoman Empire from earliest times to the end of the sixteenth century: E. J. Brill, Leiden, x+171 s.+36 harita. Bu kitap, Bahar Tırnakçı tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir: Pitcher, D. E., 1999, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası—Başlangıcından 16. Yüzyılın Sonuna kadar Sultanlığın Genişleme Sürecini Gösteren Ayrıntılı Haritalarla Birlikte, çeviren Bahar Tırnakçı: Yapı Kredi Yayınları No.1293, Tarih No.9, İstanbul, 231 s.+36 harita. Tercüme, orijinal kuarto olmasına karşılık oktavo boyuttadır. Haritaların başlıkları ve lejandları tercüme edildiği halde kendileri tercüme edilmemiştir. Tercümedeki kimi yanlışlar da, tercümenin kalitesi hakkında şüphe uyandırmaktadır. Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü isimli kitabında bu tercümenin dikkate alınmamasını tavsiye etmektedir ki, ben de bu tavsiyeye katılıyorum.

6 Kırım için Evliya Arapça «cezire» (=ada, yarımada) kelimesini kullanmaktadır. Kırım’ın «ada» olarak betimlenmesi konusunda bkz.: Bala (1967, s. 741, ikinci sütun)

7 Gilân ismi, Alborz ve Taleş dağları arasında kalan kuzey İran eyaletinden gelmektedir.

8 Burada bahsedilen Demir Kapı Büyük Kafkasların doğu kesimindeki Derbent geçididir (bkz Anderson, 1932, s. vii; Derbent Demir Kapısı için ayrıca bkz. Hüseynova, 2009).

9 Kahraman, S. A. ve Dağlı, Y., hazırlayanlar, 2003, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul 1. C. 1. Kitap: Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 9-10; ayrıca bkz. Evliya Çelebi Muhammed Zıllî ibn Darviş, 1314H [1896AD], Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. I: Dersaadet’de İkdam Maatbaası, s. 37-38.

10 Tabiî gemi bağlama yerleri ile ilgili kısımlar hariç. Bunlardan Silistre’deki gözlemler herhalde eski bir Tuna koluna ait olsa gerekir. Burada Evliya tarihî zamanlardan kalan izlerle, paleontolojik izleri ayrıca gibi düşünmüştür ki, bu zamanı için olağandı. Bahçesaray’dan bildirdikleri için bir fikir ileri süremeyeceğim, zira gözlem yaptığı yerlerin tam mahallini bilemiyorum.

11 Ilyina, L. B., Shcherba, I. G., Kondkarian, S. O. ve İ. Goncharova ve diğerleri, 2004, Lithological-Paleogeographic maps of Paratethys, Map 6, Mid Middle Miocene 14-13 Ma: Courier Forschungsinstitut Senckenberg, 250.

Kaynak: "Evliya Çelebi'nin Paratetis'i Keşfi -- Hemşehrim Evliya Çelebi’nin azîz hâtırasına", A. M. Celal Şengör, Cumhuriyet Bilim Teknik, 7 Ekim 2011, syf. 10-11

Şimdi bir de ilgili bu yazıya bakmanızı öneririm:

Sosyoekonomik Koşullar ve Hayatta Başarı

Celal Şengör


Bu yazıdan neden arkadaşlarınız da yararlanmasın ki!...
vvvvvvvv   Beğen'e tıklayın ki haberleri olsun   ;)

didikle.com

Takip edilmekten korkmuyoruz!.. Takip için tıklayın: twitter.com/bilimbilmek

Anahtar sözcükler: Türk bilim adamları, Türkiye'de bilim, jeoloji, coğrafya, Paratetis, Evliya Çelebi

Benzer Yazılar


Celal Şengör'ün Makalelerinden Örnekler


Referans bilgisi: "Evliya Çelebi'nin Paratetis'i Keşfi", 2011 , Bilim Bilmek sitesi, /tr/evliya-celebi-nin-paratetis-i-kesfi.html


 Bu sayfayı Facebook'ta paylaşın.

 Bu sayfayı Twitter'da paylaşın.


[Para Kazanma Yollar�]
^.