Dinî kitaplarda sözü edilen, Mısır Firavunu ile İsrailliler arasındaki bir efsanevî olay, yani kayıp kıta Atlantis efsanesi birtakım bilimsel kanıtlarla açıklanıyor. Girit'in 110 kilometre kuzeyindeki bir yanardağ adası olan Santorin'in patlayışı ve denize gömülüşü, bilginlere göre önemli sonuçlar doğuracak bir şiddette olmuştu. Milâttan 15 asır önce meydana gelen bir sıra dehşetli tabiat olaylarının sebebi acaba Santorin miydi?
Sakin bir yaz günü idi. Ege'de rüzgâr kuzey batıdan esiyordu. Girit'in 110 kilometre kadar kuzeyindeki şirin yanardağ adası Santorin'in üzerinde sıcak bir güneş pırıldıyordu. Adanın limanı gemilerle dolu idi. Teraslanmış yamaçlarındaki bağlarda ağır üzüm salkımları koparılmalarını bekliyorlardı. Adanın kalbi olan kutsal dağdan akan sıcak kaynaklarda yüzlerce insan yıkanırken, birçok başkaları da eteklerindeki çatlaklardan sızan buharlara bakarak onlardan tanrıların arzularını keşfetmeye uğraşıyorlardı.
Birdenbire 1500 metre yüksekliğindeki dağ titremeye başladı, korkunç sesler çıkardı ve tahayyül edilemeyecek bir kudretle patladı. Ateş kadar sıcak bir kül yağmuru etrafı kapladı, bunun arkasından da yanardağ parçalandı ve denize gömüldü.
Yalnız kenarları, sivri uçlu ve külle örtülü iki ada şeklinde denizin üstünde kaldı. İşte bu yanardağın patlaması ve sonuçları tarihi gelişmeye yeni bir yön verecek nitelikte olmuştur.
Doğu Akdeniz'deki arkeolojik buluşlar, uzun zamandan beri Milâttan on beş asır kadar önce bu bölgede bir sıra dehşetli tabiî olayların meydana geldiğini kabul ettirecek durumdadır. Öyle felâketler ki bunlar Batı kültürüne derin etkiler yapmıştır. Acaba Santorin yanardağının patlaması gerçekten bu zamana mı düşmüştür? Acaba bu olay gerçekten tarihte yeni bir dönemin açılmasına sebep olacak kadar muazzam değişiklikler meydana getirmiş midir ?
Bir Yunan Arkeoloğu 1956 yılında Thera adasında, -Santorin'e verilen Yunanca isim budur,- tesadüfen aydınlatıcı bir keşifte bulundu. Çimento yapımında kullanılmak üzere volkanik küllerin çıkarıldığı bir maden ocağını gezerken bir kuyunun dibinde taştan yapılmış bir evin isten kapkara olmuş harabesini buldu. Bunun içinde kömür olmuş iki parça odun ve bir erkek ve bir kadına ait dişler duruyordu. Bunların radyokarbon metoduna göre incelenmesi her ikisinin de hemen hemen Milâttan onbeş asır önce öldüklerini ortaya çıkarmıştır.
Altında kaldıkları volkanik kül tabakası otuz metre kalınlığında idi. Buna göre Santorin adasındaki patlama, tarihin tespit ettiği zamanlara ait en büyük yanardağ fışkırmalarından biri sayılmaktadır.
Thera'da kazılara devam edilmiştir. 1967 yılının ortasında Amerikan ve Yunan bilginlerinden bir grup tamamıyla aslını muhafaza etmiş olarak iki Mino - şehrini meydana çıkarmıştır. Bu Milâttan 79 sene sonra Vezüv yanardağının patlaması yüzünden küller altında kalan Pompei şehrinin bir mukabili olmaktadır.
Santorin yanardağının patlaması ne kadar şiddetli olmuştur ? Bilginler bir mukayese yapabilmek için 1883 yılında Endonezya'da indifa etmiş Krakatav yanardağına ait raporları incelemişlerdir. Sumatra ile Java adaları arasında bir ada yanardağı olan Krakatav'ın dibinde çatlamalar husule gelmiş ve buradan içeri giren soğuk deniz suyu kızgın lav ile karışmıştır. Bu yüzden içinde meydana gelen şiddetli gaz ve buhar basıncı 445 metre yükseklikte olan yanardağın tepesini havaya uçurmuş, kızgın bir toz bulutunu 50 kilometre kadar yükseklere fırlatmış ve kalın kaya parçalarını 80 kilometre uzaklara atmıştı.
Yanardağın bu külleri dünyayı çepeçevre dolaşmış ve güneşin batışını o kadar kızıllaştırmıştır ki, Birleşik Amerika'nın doğu kıyılarında aylarca sonra yangın çıktığı endişesi ile itfaiye çağrılmıştı. İçerideki enerji tamamıyla dışarı boşaldıktan sonra, yanardağın zarfı deniz yüzeyinden 180 metre derinlikte bulunan kraterin içine çöktü ve bu sırada öyle dehşetli met dalgaları meydana getirdi ki, 295 köy mahvoldu ve 36000 kişi öldü ve civarda bulunan bir gemi üç kilometre kadar kıyıdan içeriye sürüldü. Bu patlamanın etkisiyle 775 kilometre uzaklarda evler sarsıldı ve 2000 kilometreden daha uzak mesafelerden gürültüleri işitildi.
Bilginlerin kabul ettiklerine göre Santorin'in patlamasında da aynı şeyler olmuştur, yalnız buradaki patlamanın birkaç kat daha şiddetli olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzden husule gelen hava basıncı, bilginlere göre, birkaç yüz hidrojen bombasının beraberce patlatılmasından serbest bırakılan enerjiye eşittir. Santorin yarım adasının kalıntıları otuz metre kalınlığında kızgın bir kül tabakasıyla örtülmüştür. Rüzgâr bu külleri 200.000 kilometre karelik bir bölge üzerine taşımıştır, bilhassa Güneydoğuya ki buralarda bu tabaka birkaç santimetreden birkaç metre kalınlığa kadar denizin dibinde durmaktadır.
Tepesi boşalan dağ deniz yüzeyinin çok altında olan kraterinin içine düşmüş ve böylece başlangıç noktasında 1500 metre yüksekliği bulan met dalgaları meydana getirmiştir. 30 metre yükseklikte su duvarları saatte 300 kilometrelik bir hızla Girit sahillerine çarpmışlar ve aradan 3 saat vakit geçmeden Nil Deltasını su altında bırakmışlar ve bundan sonra daha 1000 kilometre uzaktaki Suriye'nin eski Ugarit limanını basacak kadar da kuvvetlerinden kaybetmemişlerdir.
İşte Santorin patlamasının dış sonuçlarını bilginler bugün böyle hesap etmektedirler. Fakat onun tarihi etkileri muhtemelen daha da müthiş olmuştur.
Batı kültürünün etik, ruhi demokratik gelenekleri ta eski klâsik Yunanistan'a kadar gider. Santorinin patlaması sırasında ise asıl Yunanistan ilkel Helenik aşiretlerle meskûndu. Sonradan burada parlayan o büyük kültürü biz Minolular (Minoan) adını verdiğimiz bir ulusa borçluyuz. Onlar, aşağı yukarı bir milyon insan, Girit'in beş on şehrinde, Santorin'deki ve daha başka birkaç adadaki kolonilerinde otururlardı.
Onların daha o zaman oldukça gelişmiş bir yazısı vardır. Boks, güreş, boğa güreşi gibi birçok spor türlerini biliyorlardı. Boğa güreşlerinde yarışmacılar saldıran hayvanın boynuzları üzerinden sıçrayarak atlamak zorunda idiler. Giritlilerin akar su ile temizlenen tuvaletleri, serin deniz rüzgârını odaların içine yöneltmek suretiyle yararlandıkları bir nevi Klima tertibatları vardı. Onlar bugün bile evlerimizde büyük hayranlık uyandıran nefis vazolar, tezyinat ve tablolar yapmışlardır. Akdeniz'in bütün limanlarında elçilerini ve ticaret filolarını görmek kabildir.
Bu büyük kültür tam zirvesine eriştiği Milâttan önceki on beşinci asırda birdenbire mahvedici muazzam bir darbe yemişti. Arkeolojik kazılar bütün Mino şehirlerinin ve büyük sarayların hemen hemen aynı zamanda mahvolduğunu göstermektedir.
Bu yeni jeolojik buluşlara kadar Mino kültürünün birden bire nasıl ortadan kalktığı tarihi bir muamma idi ve bir ihtilâl veya istilânın buna sebep olabileceği tahmin ediliyordu. Bugün birçok tarihçiler buna Santorini patlamasının gerek doğrudan doğruya ve gerek husule getirdiği hava basıncının ve met dalgalarının sebep olduğunda müttefikler. Aralıksız kül yağmuru Girit'in münbit vadilerini doldurmuş, ürünleri mahvetmiş ve uzun seneler adada tarımı imkânsız hâle getirmişti. Böylece de hemen hemen bütün Mino ulusu yer yüzünden silip süpürülmüş oldu.
Yalnız yüksek dağların tepelerine kaçıp kendilerini kurtaranlardan veya uzak seyahatlere çıkmış bulunan çok az sayıda insan hayatta kaldı. Elde edilen bilgilere göre hayatta kalan bu insanlar Girit adasının batısına ve oradan da kuzeye Yunanistan'a, Mikeneye kaçtılar. Gerçi Yunanistan'da met dağlarının hücumuna uğramıştı, fakat hüküm süren kuzeybatı rüzgârı yüzünden volkanik küllerden masun kalmıştı.
Minoluların göçüşünün etkileri, Yunan tarihinin başlangıcında, Milâttan 1400 yıl önce Mikene kültürünün parlaması ile meydana çıkar. Bu göçmenler Yunanlılara yazılarını ve sanatlarını, ok atmasını ve o zamana kadar kıtada hiç bilinmeyen spor ve oyunlar, ayrıca bronz ve altın işlemeyi ve Mikene kültürünün şöhretini dört bir tarafa yayan o büyük mezar ve sarayları yapmasını öğrettiler.
Daha sonraki altın çağın Yunanlıları ne kaybolmuş olan bu kültürü ne de o müthiş felâketi unuttular. Her ikisi de birçok efsane ve masallarda yaşamaya devam etti, muhtemelen Atlantis hikâyesinde de.
Bunu sonradan kaleme alan Eflâtuna göre, Atina'lı kanun koyucu Solon'a Milâttan 590 sene önce Mısır'a yaptığı bir seyahatte bir rahip ona şöyle demişti : «çok eski, geçmiş zamanlarda sizin memleketinizde dünyanın o zamana kadar gördüğü en asil ve güzel insan nesli oturmuştu ve sen ve senin bütün şehrin ondan bir buğday tohumu veya kalıntısını bile göremediniz. Fakat müthiş depremler ve su baskınları oldu ve bir gün ve bir gecede yağan yağmurlar sizin dünyadaki bütün cengâver erkeklerinizi alıp götürdüler ve Atlantit adası da denizin sularına gömüldü.
Bu bilgiye göre Atlantit bir ada krallığı idi. Bugünün ölçülerine çevrildiği takdirde 2.000.000 kilometre karelik bir bölgeyi kaplamaktadır ki, bu tamamıyla Akdeniz'e sığabilecek bir ölçü değildir. Bu yüzden Eflâtun onu Okyanusa Hergül sütunlarının, Cebelitarık'ın yanına oturtuverdi ve böylece de Atlantik Okyanusuna ismini koymuş oldu. Eflâtuna göre ada Solon'dan 9000 sene önce batmıştı.
Arkeologlar Eflâtunun kaybolan Atlantite ait mesajında birbirini tutmayan ve bu yüzden gerçek olmasına imkân bulunmayan birçok şeyler meydana çıkardılar. Yunan bilgini Galanoponlos Solon'un 100 ifade eden Mısır işaretini yanlışlıkla 1000 diye okuduğunu ve bu yüzden bütün sayıları on kere çoğaltmış olduğunu iddia etmektedir.
Eğer bu sıfırı çizersek felâketin Solondan 900 sene önce, Yani Milâttan önceki onbeşinci asırda olduğu meydana çıkar, ki bu da Santorin'in patlaması ile aynı zamana düşmektedir. Diğer taraftan Atlantit de 200.000 kilometre kareye düşmektedir ki, bu da Akdeniz'deki adaların büyüklüğüne uymaktadır. Galanoponlos aynı zamanda Yunan sahillerinde «Hergül Sütunları» adını taşıyan iki dağlık burun mevcut olduğunu da ileri sürmektedir.
Eflâtunun açıklamalarına göre «Atlantit Krallığının» üzerinde bulunduğu düzlük Girit adasında Mino şehri Phaistos'un bulunduğu düzlüğe uymaktadır. Krallığın deniz tanrısı Poseidon'a adanmış olan kısmına gelince, orası da buhar fışkıran kara yarıkları, kızgın kaynakları ve merkezî bir daireler şeklindeki kanalları ile, bilgine göre, Santorin adasının tam görünüşünü, şeklini ve boyunu yansıtmaktadır. Kanalların ve limanların izleri hâlen sularla örtülmüş olan kraterin dibinde gözükmektedir. (Bu iddia Amerikan deniz kuvvetlerinin modern deniz haritaları ile de teyit edilmektedir.) Bütün bu mutabakatlar ünlü bir tarihçiyi şu mütalâada bulunmaya sevk etmiştir : «Galiba Atlantit muamması nihayet çözülmüş oluyor».
Santorin'in batmasının tarihi bakımdan başka önemli bir etkisi de o sıralarda 700 kilometre uzakta Kuzey Mısırda köle olarak çalışmakta olan Beni İsrail'e olmuş olacaktır. Uzun zamanlardan beri tarihçiler Tevrat'ta bahis konusu edilen on belânın yanardağ patlamalarından doğan felâketlere benzediğini iddia edip durmuşlardır. Etraftaki sular pas kırmızısı bir renk alabilir, balıklar zehirlenebilir ve aynı zamanda meydana gelen meteorolojik karışıklıklar boralara, su baskınlarına ve kırmızı yağmurların yağmasına sebep olabilir.
Tevrat'ta yazılı on belâ da bunlara benzeyen tabii olaylardı ve Mısır'ın suları kan gibi kızıllaşmış, balıklar ölmüş ve kurbağalar karaya vurmuşlardı. Gökyüzünden müthiş bir gürültü geliyor ve dolu şeklinde kızgın volkanik taşlar yağıyordu. Kuvvetli bir rüzgâr çekirgeler getirmiş ve onlar da yiyecek ne varsa hepsini silip süpürmüşlerdi. Leşlerde ve bataklıklarda gelişen haşereler hayvan ve insanlarda sari hastalıklar husule getiriyordu.
Ölüm o kadar kuvvetle kol geziyordu ki her ailenin ilk çocuğunu alıp götürüyordu. Mısır vesikaları da böyle bir felâketi doğrulamaktadırlar. «Memleket tamamiyle yıkılmış... güneş kapanmış ve artık parlamaz olmuştu.» Bir papirüste böyle denilmekte idi. «Ah Dünyadaki şu gürültü bir bitse ve fırtına dinse.» kalmadı, her tarafı haşereler kapladı». Başka bir vesikada da böyle bir şikâyet vardı «..şehirler mahvoldu, bir tek meyve, bir tek yaprak
Acaba Mısır'da köle olarak tutulan İsrailliler «Vaadedilen memleket» e olan göçlerine başlayabilmek için memleketteki bu karışıklıktan mı faydalanmışlardı ? Bunu ispat için Tevratı inceleyen bilginler Krallar kitabının 6'ncı Bölümünün 1'inci suresinde şöyle yazılı olduğunu söylerler : «İsrail çocuklarının Mısır memleketinden çıkışlarının 480'inci yılında, Süleyman'ın İsrail Krallığının 4'üncü yılında. . . . Tanrının evi inşa edildi.» Süleyman Milâttan önce 970 yılından 930 yılına kadar hüküm sürdüğüne göre İsraillilerin Mısır'dan çıkışı için böylece hesap edilen zaman Santorin'in patladığı zamana uymaktadır.
Tevrat'ın yazdığına göre Firavun İsraillileri takip etmiş ve ordusu ile beraber denizde boğulmuştur. Mısır vesikaları da bundan bahsetmektedir. Galanopulus, bu felâkete yanardağın indifaından ve belâların başlangıcından haftalarca veya aylarca sonra Santorini'nin konisinin kopararak denize düşmesi yüzünden husule gelen met dalgalarının sebep olduğunu tahmin etmektedir.
Diğer taraftan o Tevrat'ta geçen İbranice «Jam suf» kelimesinin hem «Kızıl Deniz» hem de «Sazlık Bataklık» anlamına geldiğine işaret etmekte ve birçok bilginlerin de Tevrat'ın bu ikinci anlamı kastettiğini kabul ettiklerini söylemektedir. Onun kanısına göre Mısır ordusunun İsraillileri takip ettiği bölge Sirbonis gölüdür ki, bu Filistin ile Nil arasında bataklık bir su yüzeyidir ve Kuzeyde Sina yarımadasını Akdeniz den ayırır. O İsraillilerin «Sağlarında ve sollarında» ki suların çekildiği bir anda bu kuru geçitten geçtiklerine ve Mısırlıların geçeceği sırada gelen ikinci bir met dalgasının onları suya boğduğuna inanmaktadır. İki met dalgası arasındaki süre yirmi dakika kadar tutmuş olabilir.
Mısırdan çıkışa ait teoriler Mino medeniyetinin mahvolması ve Atlantit'in kaybolması ile ilgili varsayıya nazaran biraz daha şüpheli görünmektedir. Fakat bütün bunlar görünüşe göre aynı bir zamana düşmektedir, bu bakımdan bütün bunların boş bir tesadüf olacağını düşünmek de biraz güçtür.
Her şey bir bilmece oyununun parçaları gibi birbirine uymaktadır. Tabiat bilginleri ve tarihçiler büyük bir gayretle eksik parçaları bulmaya çalışıyorlar ve böylece Batı Medeniyetinin 3400 yıl önce Ege Denizindeki bir yanardağın külleri altında kaldığını ispat etmeye uğraşıyorlar.
Şekil 1-2. Eflatun'un tasavvur ettiği Atlantis kıtasının Thera temsili haritası. Sağdaki harita Santori yanardağının infilâkının Minos medeniyetine nasıl tesir ettiğini göstermektedir. Miken'li Yunanlılar Mino'nun düşmesinden sonra Ege'deki hakimiyeti ellerine geçirdiler.
Kaynak: "Denize Gömülen Yanardağ", TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Cilt 2, Sayı 14, Aralık 1968, syf. 20